Skip to content

Author: Huseyin Ucar

NEREDE

Şu gözüken dağιn arkasι dere
Söyle kuzum böyle yolumuz nere
Zelzeleyi kurban verdik kadere
Alt yapιsι bitmiş yollar nerede?

Şu akan çeşmeler boşa akmasιn
Seven birbirine seyran bakmasιn
İnsanιm diyenler insan yakmasιn
Yιkιk ördüğümüz yιllar nerede?

Doğa vurmuş, felek vurmuş, dil vurmuş
Saatli bombayι kuranlar kurmuş
Yobaz engellemiş bilimler durmuş
Köprüler kurduğum kollar nerede?

Sürüsü çalιnmιş ören ağιllar
Neden niçin köle olur çoğullar
Bağιşlayιn n’olur kιzlar oğullar
Arιyιm çiçekli dallar nerede?

04.04.2001____Hüseyin UÇAR

PINAR

Bu gönlüme aktιn bugün
Hayat dolu baktιn bugün
Yüreğimi yaktιn bugün
Pιnar senin arkιn olsam

Can yakιyor o gülüşler
Gamzeler yanağιm dişler
Gerçek olsa bütün düşler
Pιnar’ιm kalbine dolsam

Olmuyor aşkιn durağι
Yağmurdan önce kιrağι
Misafirdir gençlik çağι
Pιnar kollarιnda solsam

04.04.2001___Hüseyin UÇAR

MERHABA

Del olmadan giydik deli gömleği
Yorgan diye sardιk yazlιk yeleği
Kime küsmüş uçtu evin meleği
Sevenlere sayanlara merhaba

Neden yoktur söylen kemiği dilin
Dostluğu yalanmιş yedi yâd elin
Dün yitirdik Veli’m kuzulu gelin
Acιmιzι paylaşana merhaba

Bir yuva dağιlmιş Bey’i perişan
Umutlarι gözyaşιna karιşan
İflah olmaz felek senle yarιşan
Muhabbetle ananlara merhaba

Tükendi mi şu felekte merhamet
Amcama, yengema sabιr metanet
Bu nasιl kaderdir nasιl ihanet
Giden gitti kalanlara merhaba

Durmayιn canlarιm elelden tutun
Tasayι gafleti birazcιk atιn
Yarιna yönelin dünü unutun
İçten lokma sunanlara merhaba

Yürüyün canlarιm kendiniz yakman
Mantιklι olun ters yöne akman
Ben bir göçmen kuşum kusura bakman
Canιm diyen cananlara merhaba

03.09.2000-Danimarka, Hüseyin Ucar.

ANADOLU

Kabulmü olmuş yoksul duası
İş göçü alıyor Harran Ovası
Bir başkadır TRT’nin havası
Seher vakti bülbül konmuş ötüyor
Türküleri Anadolu tütüyor

Ne arkası belli ne başı göçün
Gönül ister gülüm doğruyu seçin
Yolculuk nereye sormazlar niçin
Seher vakti bülbül konmus ötüyor
Türküleri keder, özlem tütüyor

Yaşamın bir anın ertelemeyin
Ayrılık acıdır unut demeyin
Gözünüze bakar ağlar Hüseyin
Seher vakti bülbül konmuş ötüyor
Nefesiniz nane limon tütüyor

TÜRKÜLERİM

Her toprağa düşen tohum döllenir
Garip gönlüm, özlem, sevda dilenir
Övkülerim türkü olur dillenir
Gönlüm özlemlere düşmüş yanıyor
Türkülerim yürek olmuş kanıyor

Sevdalandık sevdamızı sürdük
Yurt yetmedi diyar diyar yürüdük
Duyan yoktur buralarda çürüdük
Gölüm özlemlere düşmüş yanıyor
Türkülerim yürek olmuş kanıyor

Çocuğumun adı gurbetle, çilem
Otuz yıldır bitmez hüzünle elem
Dertler sazım oldu, türküler kalem
Gölüm özlemlere düşmüş yanıyor
Türkülerim yürek olmuş kanıyor

AVRUPA

Dünden daha gür daha dik başım
Galatasaray basariyor kardaşim
Azalıyor korkularım, telaşım
Dünya alkış tutar görün aslana
Ne güçlü bücürler doğurur ana

Avrupa da bir bir yıktık duvarı
Düşünsün baştaki olur yararı
İnancın sonunda gelir başarı
Dünya alkış tutar görün aslana
Ne güçlü bücürler doğurur ana

Artık ayıklansın çürük darılar
Çiçekten çiçeğe uçsun arılar
Örnek işte kırmızıyla sarılar
Dünya alkış tutar görün aslana
Ne güçlü bücürler doğurur ana

ANLAŞAMAZ

Haksιz elbet haklιlara
Ulaşamaz ulaşamaz
Kaba kuvvet haklι ile
Anlaşamaz anlaşamaz

Geç karşιma bir göreyim
Varsa sιrrιna ereyim
İstersen misâl vereyim
Kurt kuzuyla dolaşamaz

Devamιydιk yüz yιllarιn
Çιkmaza varιr yollarιn
İçten sarmιyor kollarιn
Zalim canla barιşamaz

İlkel ilkelin devamι
Doldurmaz çeşmen kovamι
Ateşe verdin yuvamι
Katil benle tartιşamaz

5/6/2000/Hüseyin UÇAR

EYLEMİM

Tos Hüseyin torununu götürdü
Kucak açιp sol yanιna yatιrdι
Yadiğârι Zekiye’yi bitirdi
Unutmamιz mümkün değil Eylem’im

Frankfurt’la Kuşsaray’ιn arasι
Eylem’imin sol yanιnda yarasι
Nasιl geldi sana ölüm sιrasι
Unutmamιz mümkün değil Eylem’im

Eylem’im gözlerin sorgular beni
Kara toprak sardι gencecik teni
Dedene emanet eyledik seni
Unutmamιz mümkün değil Eylem’im

Eylem’im Ahmet’in yetim kalacak
Hergün annesini bizden soracak
Ağladιkça bizi yasa boğacak
Unutmamιz mümkün değil Eylem’im

Hem feleğe, hem kadere küseyim
Sözüm geçmez ilişkimi keseyim
Elim tutmaz mezarιnι kazayιm
Unutmamιz mümkün değil Eylem’im

Söyle felek güzellere kastιn ne?
Başsağlιğι yakιnιma dostuna
Çiçek koydum çiçeğimin üstüne
Unutmamιz mümkün değil Eylem’im

Kara Haydar Amcan seni anιyor
Ahmet seni heryerlerde arιyor
Felek hançerlemiş yürek kanιyor
Unutmamιz mümkün değil Eylem’im

Yaralarιn sarιldι mι Eylem’im
Biz felekle küsüşmüşüz Eylem’im

29.08.2000  H. UÇAR

ERTAŞ

İnliyen teller taş değil yürek
Düşlemedi inan bal ile börek
Sazι türkü, gönlü türküdür direk
Kentleri köylere taşιdιn Ertaş
Sevdalι yüreği kaşιdιn Ertaş

Bozkιr tezenesi kozmopolitim
Tanι beni artιk bendedir ritim
Bende herkes gibi kemikle etim
Kentleri köylere taşιdιn Ertaş
Sevdalι yüreği kaşιdιn Ertaş

Ne anlar bozlaktan sevgisiz olan
Susar mι ölmeden sevdaya dalan
Tükenmez bir tarih şu senden kalan
Kentleri köylere taşιdιn Ertaş
Sevdalι yüreği kaşιdιn Ertaş

Nice hükümdarlar gölgesiz gitti
Güzeli savunan ekindir yetti
Türkü yargιlamaz, her çağda türkü
Kentleri köylere taşιdιn Ertaş
Sevdalι yüreği kaşιdιn Ertaş
   
16.02.2000 Hüseyin UÇAR

Dilsiz ağız

Ağzι var
Dili yok
Konuşsa anlamazlar
Sarιnca eller bedeni
Tövbe çëker
Ter döker
Acaip sesler çιkarιr
Hazlarι oltaya takar
Toprak kokar
Çimen kokar
Ten kokar
Rüzğâr
Ninni söyletir
Ağâçlara
Dallara
Dudaklar
Mühürlenir
Ağzι var
Dili yok
Bir ses çιkarιr
Yanaklar al al
Devinim
Başkalaşιr
Göz bakar
Dil susar
Gün susmaz
Ağιzsιz dil
Dilsiz ağιz
Göz konuşur
Beden konuşur
Kimseler

Hüseyin UÇAR

SEN BAŞKASIN BE İSTANBUL – İstanbul’a güzelleme

Derstursuz kapını çaldım
Senden alacağım aldım
Sevdana takıldım kaldım
Sen başkasın be İstanbul.

Anılardan hüzün süzdüm
Marmaraya daldım, yüzdüm
İnan ki dünyayı gezdim
Sen başkasın be İstanbul.

Sahil boyu geze geze
Balık yedim taze taze
Haliç masa, boğaz meze
Sen başkasın be İstanbul.

Üsküdar’a kurdum otak
Güneş yorgan, deniz yatak
Koylar ağız, köprü dudak
Sen başkasın be İstanbul.

Kalbim coşar, onu yakam
Bilirsin ki yoktur şakam
Dudaklarda binbir makam
Sen başkasın be İstanbul. 

Gez Anadolu kavağı
Boğaz gelinin duvağı
Sen açan, sen kapan çağı
Bir başkasın be İstanbul.

Varlığın  bende yaz olur
Nasıl metetsem az olur
Aşkı muhabbet naz olur
Sen başkasın be istanbul.

Doldun taştın, sorulmadın
Hazırlara, kurulmadın
Asırlardır, yorulmadın
Sen başkasın be İstanbul.

Sonbaharda gördüm bu’sun                    
Yağmurlar kirini yusun
İlkbahar bir içim susun
Sen başkasın be İstanbul.

           -2-

Her geleni barındırın
Gömleğine sarındırın
Hiç konuşman mırın kırın
Sen başkasın be İstanbul.

Saysam bitmez ki semtlerin
Şifaya döner dertlerin
Gözü çıksın namertlerin
Sen başkasın be İstanbul.

Nefesimdir bil nefesin
Daha gür çıkmalı sesin
Kıt’alar olmuş merkezin
Sen başkasın be İstanbul.

Bin bir çeşit halların var
Tüm dünyaya yolların var
Ana gibi kolların var
Sen başkasın be İstanbul.

Doyamam güneş batarken
Yatamam şafak atarken
Geceyi güne çatarken
Sen başkasın be İstanbul.

Konmak kolay, uçmak zordur
Hasret acı, gurbet kordur
Çık yoluma  beni durdur
Sen başkasın be İstanbul.

Her  yören tarih kokuyor
Aşkı  hayatı dokuyor
Gözlerinden okunuyor
Sen başkasın be İstanbul.

Yol yürürüm yollar bitmez
Anlatmaya zaman yetmez
Gözümün önünden gitmez
Sen başkasın be istanbul.

Beyaza bürünür kışın
Dinlenir toprağın taşın
Tatlanır ekmeğin aşın
Sen başkasın be İstanbul.

          -3-

Görülmemiş hiç böylesi
Sende başlar yerküresi
Selamlıyor Kızkulesi
Sen başkasın be İstanbul.

Taksim meydanında durdum
Sanmayın ki hayal kurdum
Kucağına aldı yurdum
Sen başkasın be İstanbul.

Umudusun körpelerin
Işıl ışıl tepelerin
Çifte köprü küpelerin
Sen başkasın be İstanbul.

Feribotlar ve gemiler
Bazan  boğazlar iniler
Gönlüm sözleşme yeniler
Sen başkasın be İstanbul.

Hayran oldum Beşiktaşa
Kalamadım bir başbaşa
Bir koşturma, bin temaşa
Sen başkasın be İstanbul.

Bilimin, düşlerin hapı
Yazarları ve kitabı
Gezdim dolaştım Tüyap’ı
Sen başkasın be İstanbul.

Sana konup göçtüm amma
Ben hayranım yeşil çama
Her gece girir rüyama
Sen başkasın be İstanbul.

Zenginlik bu dostum ondum
Kaba yanlarımı yonttum
Alırsan kalbimi sundum
Sen başkasın be İstanbul.

Gezemedim müzelerin
Şairlerin, dizelerin
Hayırlı olsun Nobel’lerin
Sen başkasın be İstanbul
        
           -4-

Düğün, dernek, eğlenceler
Tiyatrolar,  dinlenceler
Bir masal sende geceler
Sen başkasın be İstanbul.

Sen makina, dünya teker
Beni kendisine çeker
Bu gönlüme neler eker
Sen başkasın be İstanbul.

Nerden baksan binbir açı
Trafiğin arapsaçı
Sinirler olmuş kırbacı
Sen başkasın be İstanbul.

Tahta kalenin posenti
Herkeslerde bir beklenti
Büyük derbilerin kenti
Sen başkasın be İstanbul.

Anlatamam daha neler
Özlemin sinemi deler
Arşa çıkar minareler
Sen başkasın be İstanbul.

Ne diyem daha erenler
Aşık oluyor görenler
Yükseliyor gök delenler
Sen başkasın be İstanbul.

Dünyanın güzel gelini
De hadi ver, ver elini
İnan özledim dilini
Sen başkasın be İstanbul.

İnsanlık bacın, kardaşın
Altın derler dağın taşın
Kimse bilmez kaçtır yaşın
Sen başkasın be İstanbul.
       
Sıkışırım neşe saçar
Muhabbetin bana açar
Seyyah olmuş sende Uçar
Sen başkasın be İstanbul.

İstanbul/Hüseyin Uçar.
Yeşilköy Hava limanı.

HERKESLERDEN AKLIN YETİK

Yönetiyor duygu aklı
Yaşayışlar söylem farklı
Düşler hep gizemde saklı
Sanma gülüm anlam yitik
Herkeslerden aklın yetik.

Sürüklüyor sevda selim
Kes yüreğim dilim dilim
Sanki yaşam kurgu filim
Sanma gülüm anlam yitik
Herkeslerden aklın yetik.

Benden önce yola düşer
Ter ki diyar üçer beşer
Habire anılar deşer
Sanma gülüm anlam yitik
Herkeslerden aklın yetik.

Sayar çeçin dene dene
Çabuk gelir geçer sene
Anılar sürgünde gene
Sanma gülüm anlam yitik
Herkeslerden aklın yetik.

Hangi sabah tan atışı
Sanki güneşin batışı
Kendine özğü satışı
Sanma gülüm, anlam yitik
Herkeslerden aklın yetik.

Beylerbeyi İstanbul.
Hüseyin Uçar.

İMKANSIZ

Çιkar yol görüyor çιkmaz girdabι
Duyular sağιrdιr açιlmaz kapι
Boş bir otorite şu ilkel yapι
Okumadan değişmemiz imkânsιz 

Ataist, müslüman, kimide dindar
Suçlarlar birbirin günahkâr mundar
İnsaf be kardeşim nereye kadar
Okumadan değişmemiz imkânsιz

Kuşaklar kuşağι tanιmaz oldu
Körpecik umutlar böylece soldu
Köye kente indi dağlarιn kurdu
Okumadan değişmemiz imkânsιz

Kimisi kürtçüde, kimisi türkçü
Herkes birbirini suçluyor ιrkçι
Bιçaklarι biler uzatιr çarkcι
Okumadan değişmemiz imkânsιz

Düşünen kalmadι yetimi dulu
Bütün değelerim paranιn kulu
Gördük ki yetmiyor hayat okulu
Okumadan değişmemiz imkânsιz

Denizdir ovadιr dağιn ötesi
Ne gelenek kalmιş nede töresi
Bizden ne istiyor şu yer küresi
Okumadan öğrenmemiz imkânsιz

Değerler kayboldu yüzlerde perde
Kendimize değil güvendik ferde
Hiç birşey bulamam koyduğum yerde
Okumadan değişmemiz imkânsιz

Utanan kalmadι Uçar’ιm utan
Bιrakmak bilmiyor her başι tutan
İsimden isime koşuyor Kutan
Okumadan öğrenmemiz imkânsιz

Hüseyin UÇAR

Aşklarım

Aşklarım diyorum dağlar
Aşklarım var mıydı
Kime sevdalıydım
Kimleri adam sayıyordum
Kimleri kimden soruyordum
Kimlerle kavgalıydım
Kimlerle barışık
Karşılıksız aşklara
Bu gönül alışık
 
Aşklarım diyorum
Aşklarım var mıydı
Hangi Coğrafyada yaşıyordum
Nasıl bir ekinim vardı
Kimler küçümsüyordu
Hangi ekinle kavgalıydım
Hangisiyle barışık
Karşılıksız aşklara
Bu gönül alışık
 
Aşklarım diyorum
Baharlarım diyorum
Vuruluyor gece ortasında
Karanlık bir kuytuda
Kovuşturuyorum
Bilenmiş nefretleri
Taşlaşmış duyguları
İnsani kaygıları
Aşklarım diyorum
Bir coşku kaplıyor yüreğimi
Bir yerlere yürüyorum
Artıyor ağrılarım
Bu gönül diyorum
Kimlerle barışık, karşılıksız aşklara
Bu gönül alışık.
 
Hüseyin Uçar

SEVDA TÜRKÜSÜ

Çιkarιm demekle çιkιlmaz yola
Duygulu
Hüzünlü
Bulutlar kara
Cama değil
Yüreğime yağιyor yağmur
Geceye karιşιyor
Horultular
Yastιğιmda saç kokun
Elim teninde
Yüreğinde karşιtlιklar
Tavanda yιldιz araNe olursun konuş
Birşeyler söyle
Aşkι, yaşamι yücelten
Bakιşlar boşlukta
Nemli
Hüzünlü
Ayrιlιklar
Korkudan
Karanlιktan değil
Eksiklikten
Yalnιzlιktan
Aşkιn yüreği yara
Küt küt
Vuruyor kalbim
Bir ezilmişlik
Bir teslimiyet
Başιm göğsünde
Ter içinde avuçlarιm
Bedenim yangιn yeri
Tutkuya dönüşmüş aşklar
Sevdalar ertelenmiş
Anιlara özdeşleşmiş
Buluşmalar
Kurtuluş mu
Kendi kendinden kaçmak
İçin için ağlamak
Ne oldu bana
Bu gece
Neler söylüyorum
Yolsuz yollarda
Aşksιz yataklarda
Dilsiz kitaplarda
Tercüme yapιyorum
Benim ki
Yaşanmamιş
Bir aşka
Türkü yazmak.

Hüseyin UÇAR

DUYGU SAĞIRI

Gitmek mi zor olur kalmak mι zordur
Bu sözler yüreğe ekilen kordur
Ağιtlar, sitemler, ayrιlιk vardιr
İki yaşam yaşamlarιn ağιrι
Soran olmaz olduk duygu sağιrι

Tarih kimselere vermez elini
Yanlιş yapsan doğrultaman belini
Gören olmaz gözyaşιnιn selini
Dost yarasι yaralarιn ağιrι
Gurbet elde olduk duygu sağιrι

Kimler geldi geçti, kimler yaşadι
Koştu durdu sade çιktι haşadι
Dünkü dostlar bizi bir bir boşadι
Bu duygular duygularιn ağιrι
Olduk buralarda duygu sağιrι

Halklara mezar mι bu koca alan
Çalιmι süksesi herşeyi yalan
Sen nasιl dünyasιn kalleşe kalan
Bu duygular duygularιn ağιrι
Olduk buralarda duygu sağιrι

Bu göçün sahibi kimdir  vekili
Havalι bakιyor çalmιş kekili
Bir fidanim yoktur burda dikili
Yurt özlemi özlemlerin ağιrι
Gurbet yaptι bizi duygu sağιrι

İyimizi söyle kötümüz unut
Yoksula çorbadιr elbette umut
Duygular ölmüşse namluyu doğrult
Dil yarasι yaralarιn ağιrι
Olduk buralarda duygu sağιrι

Hüseyin UÇAR

KAN UYKUDA

Yüreğim kanιyor
Gözlerim yanιyor
Savaş rüzğârlarι
Saçlarιmι alevlendiriyor
Hüzünler basιyor
Alιp götürüyor
Ülkeme anιlar
Özlemlerim dağ dağ
Ayrιlιklarιm deniz deniz
Gözyaşlarιm ιrmak ιrmak
Gökyüzü kadar
İrilmiş
Kanιyor yüreğim
Buralar dar geliyor
Bu kentler karanlιk
Bu ovalar puslu
Sokak lambalarι sönük
O yüksek binalar
Almιyor beni içeri
Muhacιr olmamι
Bekliyorlar gözlerimde
Etrafιmda ki herkes
Teslimiyetçi
Benim ülkemde insanlar
Birbirine tutunmuş
Yaşlι nineler
Tutmuş torunlarιnιn ellerinden
Ekmek kuyruğundalar
Yüreğime basarak yürüyorlar
Her attιklarι adιmda
Acιyla yoklukla
Savaşιyorlar
Buna rağmen
Hayalleri çarşι çarşι
Duyularι dolu dolu
Sevinçleri cιvιl cιvιl
Daha umutlarιnι
Yitirmemişler
Beni onlara
Çeken bir şey var
Zerkli Hasan’dan su içsem
Kel Ahmet’in pιnarda
Gece sularιn şarkιsιnι
Dinlesem sağmacada
Çagsaklι koyak
Üstüme yürür
Sarmalar
Bostanlardaki
Selviler
Söğütler, meyve ağâçlarι
Ninni söyler
Unutturur bana
Alabalιk ιzgarasιnι
Anason kokusunu
Karşιmda tanιdιk yüzler
Gözlerimizle selâmlaşιrız
Yüreğim kanιyor
Gözlerim yanιyor
Çatιlmιş kaşlarι
Kaşlarιm gibi
Ortadoğunun
Geceleyin
Bağdat semalarιnda
Patlιyan bombalarιn
Işιnlarι
Alevleri
Parlιyor
Ne yazιk ki
Emperyalist plânlar
Tιkιr tιkιr yürüyor
Hani komşu komşunun
Tavuğunu korurdu
Bizim ki komşu değil
Tilki
Dağlarιm çιktι  dağlιktan
Küçüldü..
Küçüldü..
Küçüldü..
Yitirdi gölgesini bile..
Ovalarιm
Bozkιr
Step
Köyüm
Kucak kucağa
Kan uykuda
Ben ülkemi
Ayrιlιklarιmιn
Kavuşmalarιmιn
Duygularιmιn
Sevdalarιmιn
İsyanlarιmιn odağι
Gelinimin duvağι
Bilirim
Ben ülkemden kaçmadιm
Kaçιrιldιm
Kaçιşι kurtuluş
Saymadιm
Korkularιn çevrelediği
Çemberdir kaçιş
Korkular
Korumaz
Isιtmaz dünyayι
Yaşasam çocukluğumu
Çocukça rüyalarιmι
Yağsam
Sevdamιn ovalarιna
Bulut bulut
Dualarιmι
Duyarlar mι
Tanrιlar

Hüseyin UÇAR

TOPAL DELİ

Birinci bölüm

-Garip-

Arabadan indi bir bey
“Baksana delikanlı!”
“Buyur bey”
“Bu köyün adı ne?”
“Kuşsaray”
“Senin adın ne?”
“Garip”
“Kuşsaraylı Garip!
Kaç yaşındasın?”
“Ben bilmem beyim”
“Kim bilir garip?”
“Valla anam diyor ben bilirim
Babam diyor, ben
Sonra  amcam
Hepsinin hikâyesi ayrı ayrı..”
“Anlat da dinleyelim şu hikayeleri Garip?”
“Anam diyor oğlum sen “Koyunlar kuzularken doğdun
Köyün çocukları çiğdem toplamış
Sana getirdiler
Ben de yüzünde gözünde gezdirerek

“Hoş geldin sefa geldin
Kadem kerem getirdin
Yastığın düz
Ömrün uzun olsun” deyip
Yastığının altına koydum
Ve sen kor komaz uyudun”
Babam diyor “Hayır oğlum
Anan bilmez, onda akıl ne gezer,”
Anam babama seslenir
“Allah hayrını vere kendin çok akıllısın sanki…”
“Oğlum sen annene bakma,
Sen ot orağında doğdun
Rahmetli deden kızdı
Esti, yağdı
Gelin neden gelmedi diye
Ben utancımdan birşey diyemedim,
Sonra amcam başka şeyler anlatıyor
“Yeğenim, sen onları duyma
İkisi de bilmiyor
Sen doğduğunda daha
Harmanlar kalkmamıştı
Akşam üstü şahnalar
Harman harman dolaşarak
Öşür topluyorlardı
Samanların arkasından
Çocuğun biri bağırdı
“Veli ‘kalın boz inek
Kara bir dana buzaladı”
“İşte sen o kara danayla
Güne gün yaşıtsın.”

“İşte bey onlar anlatırlar
Ben dinlerim
Çok da hoşuma gider onları dinlemek
Allahıma bin şükür
Göbeğimi düz kesmişler
Yastığımın altına çiğdem koymuşlar
O gün bu gündür
Hiç hastalanmadım bey…
Nereye gönderdilerse gittim
İşimi yapıp, döndüm
Sağlıklıyım çok şükür
Büyüklerime
Milletime
Hükümetime duacıyım
Tanrının kulu
Devletin malı
Kel Memo’nun oğlu
Köyün  bekçisi
Elinde kavalı
Bu topraklara
Bu insanlara
Sevdalı
Kuşsaray köyünden
Garip.
Düşlerim iki yamaçlı bey…
Aynen şu karşıki dağ gibi
Öğleden önce
Ön yüzümü
Öğleden sonra
Arka yüzümü aydınlatır
Güneş

İşte o tepeye çıkar
Alırım elime kavalı
Topal delinin öğrettiği
Bütün makamları
Çalmadan bırakmam
Bana kavalı Topal deli öğretti.”
“Topal deli de kim?”
“Topal deli deyip de geçme
Topal deli, aşık Yunus’un torunu
Kör Musa’nın oğlu
Onun anası da kaçmış,
Ne haber alabildiler
Ne de izine rastlandı
Büyüklerim bana yanlarında
Konuşmamayı öğrettiler
Kim ne derse dinlerim
Kim çağırırsa giderim
Nişan alsalar nişangâh olurum
Yemende Şehit
Korede Gazi
Kuvayi milliyede kahraman
Ne Yunan
Ne İngiliz
Ne İtalyan
Ne Fıransız
Hepsini atmışım yurttan
Şimdi sırada Irak var
Orada adımı ne koyarlar
Bilemem

Sürülmeyen arazi mi
Ayarı bozuk terazi mi
Yoksa
Ne yoluna giden Niyazi mi
Adım ne olacak
Nasıl bahsedecek  benden Tarih,
Bizim Topal deli
Hemen her gün
Şu sözü söyler
“Eğer bir millet
Aynı duyumu
Aynı doyumu
Paylaşmıyorsa
toplumda
Barış
Huzur
Mutluluktan söz etmek
Mümkün değildir”
Muhtar her şeyi önce ona sorar
Ondan sonra  konuşur
Ona kızanlar bile o konuşurken
Can kulağıyla onu dinlerler
Topal deli deyip de geçme beyim
Saz çalar, Kaval çalar.
Tulum çalar

Onun o kadar çok kitapları var ki
Boş durmaz okur
Bazan şiir okur
Köyün yarısı duygulanır ağlar
Eli uzdur her bir şeyi yapar
Bu topal deli
Bir kere evlenmiş
Karısı kirli Fadime
“Bu deli benimle mi
Kitaplarıyla mı evli,” diyerekten
Komşu köy
Harputların Bekçisi
Kör Memet’le kaçmış
O gün bu gündür
Köyde bir o, bir  ben bekârım
Kime talip olsam
“Şu bunağa varıp da
Savaş  hikâyeleri mi dinliyeceğim
Vücudundaki
Kurşun yaralarını mı
Sayacağım,” diye
Elçilerimi geri  geri çeviriyorlar bey…

Çekip gideceğim bu köyden
Ben kimlerin uğruna
Yaralanmışım onlarca kez
Ecnebiyi bu topraklardan
Nasıl kovduğumuzu
Ölümün üstüne
Nasıl yürüdüğümü
Bir ben bilirim
bir de Allah
Ya işte böyle bey…”
Döner arkasına
Ne bey ne araba
Allah allah
Bismillah…
Okur bütün bildiği duaları
Yönünü döner dağlara
Dönmez bir daha
Kuşsaray köyüne
Bir tarih silinmeyecek
İzi ve dillerden düşmeyen
Söylenceleri kalır Garibin…
Kuşsaray  köyünde…

“Allah cezasını versin
Böyle muhtarın
Bir aydır bekçi kayıp
Ne gören var, ne duyan
Muhtarın haberi yok
Öldü mü, kaldı mı, kaçırıldı mı?
Kagrılı kagrılı yürüyü
Köyün içinde, kör olasıca.”

“Ne bağırıp duruyorsun
Sabah sabah
Boşuna adama deli demezler
Bak Topal deli
Benim ağzımı açtırma
Sonu kötü olur
Ben nereden bilirim
Nereye gittiğini
O da senin gibi delinin biri
Delinin ne yaptığı
Ne yapacağı belli mi olur?”

“Muhtarım, aşağı köylü
Kör Zöhre “Ben sana varırım,” demiş
Öyle söylenip duruyordu
Sakın o kaçırmasın,”
“Ulan çil dürzü, sen dellendin mi?
Sende hiç akıl fikir yok mu?
Adam bu kadar saf olur mu?
Kör Zöhre’nin, tahtaya
Bir osuruk borcu kalmış
Tabii, tabii iyi tuttururlar
Biri kör, biri deli
Kör Zöhre’nin
Oğulları, kızları, torunları
Ne der, ha…
Hiç düşündün mü?
Sen de başımıza kör Zöhre çıkarma
Sanki başımızdaki dert çok azdı
Git kardeşim sen kafayı mı yedin.”

“Ben onu bunu bilmem
Bağırarak kimi korkutacağını sanıyorsun, muhtar!
Eğer o garibimin başına bir iş gelirse
Gerisini sen düşün.”
(Yürür ilerler Topaldeli)

“Yahu siz benim başıma bela mısınız?
Nedir benim sizden çektiğim
Hep deli
Hüp deli
Beşikteki kafa sallıyor
Yahu n’oldu bu Kuşsaray’lıya
Ağızları eğrilse
Başları ağrısa
Deprem olsa benden bilecekler
Bıktım artık sizden de sizin muhtarlığınızdan da
Ne demek, sen düşün
Dur gitme Topaldeli
bir de göz dağı ha…
Dur da düşünelim,
Köylünün bir ağzını arayalım,
En son kim görmüş,
Kiminle konuşmuş
Belki birilerinin haberi vardır.”
“Muhtar, Garibi hiç tanımamış gibi konuşma
Garip kimseyle uğraşmaz
Kimseye küsmez
Kim ne derse desin duymaz
Kendi halinde biridir
Bunda bir bit yeniği var
Varsa, biri Garibin damarına bastı
Önce köyün hocasına soralım
Köyün öğretmenine soralım
Köylüye soralım onlar da bilmezse

Gidip Cinci Hocaya
Kurt ağzı bağlatalım
Kurt kuş yemesin deli deyyusu.”
(Gülüşürler)
“Bak muhtar, beni iyi dinle
Ben de gitmek istiyorum
Bu köyden, gayet ciddiyim
Garip bulunsun, gitmek isterse
Onu da alıp bu köyden gideceğim
Her şey gibi bu köyün toprakları da bereketsizleşti.
Ekin ek, ekin alamazsın
Çalış çalış, elde var sıfır
Onun duvarını ör bedava
Falancanın çiftini sür bedava
Bilmem kimin çatısını çat bedava
Ahmet Emminin sabanını onar bedava
Felâketler bedava
Korkular bedava
Düşler bedava
Ufuklara bakma bedava
Emek bedava
“Hadi bir günümü kendime ayırayım,” diyemezsin
Gelecek korkusu
Hastalık korkusu
Hastalansan bağırarak ölürsün
Ölüm bedava, yalnız, mezar paralı

İki lokma ekmeğin acı
İki lokma ekmeğin tokuyuz
Açlık ve gelecek korkusu her şeye sinmiş
Kesin giderim bu köyden
Bir başım bir peşim
Bir abam var atarım
Nerede olsa yatarım
Şehirde köydekinin yarısı kadar çalışmam
Elimden bir çok iş gelir
Müzik aletleri yapar satarım.
Gündeliğe gitsem yeter.”
“Yahu n’oldu bu köylüye
Köyün suları akıyı
Köyü gâvur basmadı
Yok yok ben biliyim
Sizin bitiniz kanlandı
Ben ne konuşup duruyorum ki
Bir karıya bile sahip olamayan
Bu kendini beğenmişlere
Cehenneme kadar yolunuz var
Gidin size mi yalvaracağım.”
(Muhtarın küçük kızı Hatice’nin sesi duyulur)

“Baba baba! Sofra hazırmış anam çağırıyı
Topaldeli’yi de getirsin dedi anam”

“De hadi kalk topal, gidip karnımızı doyuralım,
Kes artık
Cinlerim tepemde bir kelime daha söyleme sakın.”
“Gene ne oldu muhtar
Biz gidince muhtarlık
Elinden gidecek ,diye mi korkuyon
Hiç korkma senin gibisini
Kuşsaray köyü bulamaz
Ağlayan sende
Sızlayan sende
Bu kıçı kırık köylünün kahrını
Senden başkası çekmez
Aslında seninle gelmezdim emme…
Keziban bacı alınır.”
(Eve girerler sofra hazırdır, cökerler sofraya)
Muhtar
“Hadi bismillah…
Açlıktan nefesin koksa da
Sağlıktan bahsedersin
Topaldeli  konuşsana
Bu millet boş laf dinlemeye alıştı,
Alıştırdılar
Hangi  TV kanalını açsan
Kendi anlayışına göre reklam
Kendi anlayışına göre haber
Aynı milletin farklı kutupları
Aynen senin sağlık anlayışın gibi.”

“Eğer muhtar bugün senin evindeysem,
Keziban bacının hatırı için burdayım.
Yoksa bu boş sözlere hiç cevap vermezdim
Benim ne yemek pişirenim var
Ne üstümü yıkayanım var
Hemi benim dostum
Hemi de bu köyün muhtarısın
Hiç düşündün mü
Hiç aklından geçirdin mi
Şu fukarayı evlendirelim
Sevaptır, yazıktır yalnızlık
Bir Allaha yakışır
İşin düşer,
Aman Topaldeli
Oğlunu öldürdüm, ocağına düştüm
Etme eyleme bana bir akıl ver
Azalarla uğraş bana koş
Köylüyle uğraş bana koş
Bunları uğraşmadan önce düşünseydin
Avrat kaçırılmış, ondan sonra
Kapı kitle, bu tedbirsizlik
Bu gidişle, muhtarlığı
Cefcefler elinden alacaklar
Sonra dedi demedi deme muhtar.”

(Keziban bacı)
“Ağzını hayıra aç topal
Köylünün ocağına incir mi diktireceksiniz
Bu köyde ne mera kalır
Ne ortak mal
Komşu köylüler bile
Bu köye yerleşir
Kuşsaray köyünün adı kalmaz
Biraz önce pınardan su aldım gelirken
Vır vır çene
“Garib’e ne yaptınız
Eğer ona birşey olursa
Ben o dürzü kocandan
Bunun hesabını soracağım
Var muhtara böyle söyle,” demez mi
Bunca sene bu adama, sofralar serdim,
Kirlisini yudum,
Haftada bir eve çağırdım
Bu adamın dirisi gibi ölüsü de bela.”
“Sus kız sinirlerim tepemde zaten
Bir de sen dırdır etme
Zaten ekmek mi yedik,
Sopa mı
Anlayana aşk olsun “

Hadi otur da iki lokma zıkkımlanalım
Sonra da  kıyı köylere
Kasabalara
Haber uçuralım
Belki bir duyup gören vardır.”
Dudak açıp örtmeler,
Şişen avurtlar,
Solunum güçlüğünün verdiği
Muşultular,
Birbirine karışan
Tabak, kaşık sesleri,
Dışarıda oynayan çocuklar,
Çekip giden köy bekçisi Garip
“Hak günü gelip çattı.
Bu deli hakkını almadan ortadan kayboldu
On iki ay taban tep
Sonra hakkını almadan ortadan kaybol
Eğer bu adam deli değilse
Ben şu bıyıkları kazıtır,
Oğlanım diye gezerim bu köyde.
Çıkart tabakayı da topal
Birer dumanlanalım
Öyle kafam şişti ki, anlatamam.”
(Tabaka ortaya konur)
“Hani senin vurulmuş
Şarabın vardı ya.”
“He vardı”

“Şarap içmeye mi geleceksin?
Tamam olur da
Eğer Sefil Mahmudu alıp gelmezsen
Ne kapıyı açarım
Ne  şarap ikram ederim
Sefil Mahmut,
Sefil baykuşu,
Kurusöğütü,
Sarı Sultanı Çığırmalı ki
Biz kendimize ancak o zaman  geliriz.”
“Ben şimdi gidip taş plakları hazırlayayım
Sen de gelirken
Bir hindi getir, bu meret mezesiz, etsiz içilmez
Muhtar!”
Tamam getiririm de, bunun acısını
Senden çıkarırım
Şimdi sen git
Al bağlamayı eline çalış.”
“Bu muhtarın emirleri  bitmez
Kezban bacı
Senin eline koluna sağlık
Geçmişlerinin canına değsin
Ellerin dert görmesin.”
“Helal olsun gardaşım, helal”

“Kardeşim Sefil, biz girelim içeri”
Muhtarla Sefil içeri girerler
Muhtarla Sefili karşısında gören
Topal deli, fırlar ayağa..
Sefil:
“Vay benim
Canım ciğerim,
Göz nurum,
Köyümün yakışığı
Senin tezene tutan ellerine kurbanım”.
“Biz dedik
şimdi sevdalandı
Bizi görmeden uyanmaz
Seni uyarmak için  kapıyı çalmadan girdik
Beni ne kadar mutlu yaptınız, anlatamam.”
Benim canlarım,  can dostlarım
Siz sefa geldiniz
Ben de çağırtmasam, Sefil senin o güzel yüzüne hasret öleceğiz
Nerelerdesiniz buyurun, oturun,
Sen de  hoş geldin
Nolur kusura bakma muhtarım
Sefil benim türkü babam
Kıskanma onu  nolur muhtarım
Yok be dostum, neden kıskanayım
Sefil senin de dediğin gibi.”

Köyümüzün kalesi
düvenci ovası
Sen güzel dedin Topal
Hadi yorgunluğu hüzüne
Hüzünü coşkuya
Coşkuyu umuda dönüştürelim
Oku iki şiir de
At bizi duygu denizinin ortasına biraz yüzelim
Senin sözlerin can simididir
Yüzmeyi bilmesek de  boğulmayız.”
“Tabii muhtarım, sen Sefil’imi  alıp  geldin
Sizin arzunuz emirdir, sofra hazır
Önce sofraya buyurun, size can feda
Yüreğim sanki, Denizden yeni çıkarılmış
Balık gibi çırpınıyor
O kadar hafifim ki, uçacakmış gibiyim
Şiir deyince, burkulur yüreğimin bir yerleri burkulur
İnler dururum.
Kaynar dururum
Sefil- de- hadi kaynayalım be dostum

Bak şaraplar dolmuş, her şey hazır
Bir “Muhabbete,” diyelim
Sen hemen başla
“Muhabbete”

“Muhabbete”
Hadi yarasın
Can cana
Can cana
Muhabbete
Peki peki, kızmayın başlıyorum

İncelikler ince ruha yazılmış
Güzellikler derinlere kazılmış
Hemi dünya, hemi insan bozulmuş
Ne haldeyim, soruyorsun, gel de gör

Yüzüme, gözüme bakarak kızma
Alnıma yaz nolur, yüreğe yazma
Kökümle söküyor, elinde kazma
Ne haldeyim, soruyorsun, gel de gör

Diplomaya bitiriyor okulu
Her cümlesi inan kavga kokulu
Yüreğimde dost hançeri sokulu
Ne haldeyim soruyorsun gel de gör

Hay sen sağ olasın Topalım
Gene damardan girdin, bizi bu akşam
İçmeden sarhoş edeceksin
Ben oldum bile dostlar
Ben de oldum.
Bu günlerde, seceremizi araştırıyorum
Ve onu araştırırken

Dedelerimin bu köye ilk gelişini hayal ediyorum
Önce Loştiğin’e konmuşlar
Bilirsin Merzifon’a baglı bir köy
“Burada bizi sivri sinek yer bitirir” deyip
verimli topraklardan ayrılmışlar
Oradan kalkıp Kultağa
Gelip yerleşmişler ve oradan da
Hangi nedendendir bilinmez kalkıp
Kuşsaray’a gelip yerleşmişler
Bir türlü anlayamıyorum
Her iki kondukları yerde de
“Ana sütüne doyamadan
Ölen bebelerimin
Yol yorgunluğuna
Dayanamayıp ölen ninelerimin
Mezarları var “
Onların adları neydi
Ak sakalını sıvazlayan dedelerim
Yazılı bir satır bırakmamışlar ki adlarını bilelim.
Benim gönlü umman
Sözü derman gardaşlarım
Sizinle olup da
Yerkürenin farklı coğrafyalarında
Yaşamamak olur mu
Yüreğim bedenime sığmıyor bu akşam
Düşlerim  kurşuna diziliyor  bir yerlerde
Ayrılıkları yaşıyorum, oysa ayrılıklar da
Buluşmalar gibi yaşamın bir parçasıdır

Ayrılık yaşadım inan her yerde
Önümü görmedim çektiler perde
Sevdalıyım amma sevdalım nerde
Ur tutmuş yaralar nasıl deşerim
Bu yüreğim yangın yeri hemşehrim

Yeşerdim biçtiler yeniden bittim
Körebe oynadık kayboldum yittim
Yoksul bacasıyım umutla tüttüm
Ömür defterine notlar düşerim
Bu yüreğim yangın yeri hemşehrim

Ne sağlık, ne huzur, ne de el veren
Yitirdim kendimi söylesin gören
Terk etmiş sevdiğim yüreğim ören
Ayrılıklar oldu benim neşterim
Bu yüreğim yangın yeri hemşehrim

“Hay ağzına sağlık Topalım
Şu sazı
Şu sözü ben nerede bulurum
Desene can.”
“Can dedin de aklıma geldi can dostum
Senin evin önünden geçerken gördüm
Sizin avlu duvarınız uçmuş, sana söz veriyorum
Sen de şimdi bana söz ver
Sen ne işinden kal ne de düşün

Bir gün eve gelmişsin ki
Duvar örülmüş Sefilim.
Peki sana söz Topalım.
Hay sen sağ olasın
Bence bizim olan, hepimizin
Biz bu köyde, birbirini sayıp, seven
Bir elin parmakları kadarız..
El veren ellerin dert görmesin
Bir de senden şunu soracağım
Bu köyün kuruluşundan  bahsederken
Uz Ali’den bahsetmemek olmaz
Çünkü bu köyün kurucusuymuş
Evet  o  benim dedem
Onun hakkında yeteri kadar
Bilgim olmasa da
Bildiğim kadarıyla anlatırım
Bu köyün kurucusu
Uz Ali dedem
Söylentilere göre
Çorum’un bu yörelerinde
1800’lü yılların başında askerliğini yapmış
Görevi jandarma olduğu için, yöreyi dolaşmış
Buraları sulak, önü düz ova görünce
Askerlik bitince, buralara dönüp
Yerleşmeyi kafasına koymuş.
Diğer taraftan o zaman düzenli ordu
Olup olmadıgı tartışılabilir ve
Başka nedenlerle de gelip gezmiş olabilir
Yanlış hatırlamıyorsam, 1809’da
İkinci Mahmut, Tahta çıkınca
Mecburi  İskân Kanunu’nu çıkarır
Halkı bulunduğu yerde iskâna zorlar
İşte bu yıllarda, dedemler Sivas’ın
Kangal kazasına bağlı

Zerk köyündedir.
Zerke de, Karaözü’nden geldikleri söylenir
Bu konuda elimizde kesin bir bilgi ve tarih yoktur
Amma Uz Ali  dedem Kuşsaray’a gelen topluluğun lideridir.
Zerk köyü demiryolu üzerinde
Kurulu bir köydür,
Demiryolu
Çetinkaya İstasyonunda ikiye ayrılır
Sola Erzurum hattı, sağa Malatya hattı ayrılır,
Malatya hattına döner dönmez
Hemen sağda bir kel tepe üstünde
Kara yapılarla kurulu,
Tipik bir Anadolu, köyüdür Zerk
Sülalenin yarısı o köyden ayrılır
Neden ayrıldıkları ve bölündükleri
Hakkında hiç bir bilgimiz yoktur
Döne dolaşa bu günkü köyümüz
Kuşsarayı kurarlar.
Yıl kesin olmamakla birlikte
1818-1819 yıllarıni gösterir takvimler..
Uz Ali dedem tekrar köyü Zerk’e gider
Oradan oğlu çöl Veli’ye Gelin Elif’i
Gelin getirir Yıllar sonra
Gelin Elif ebem “Ben bu köye gelin geldiğimde
Bu köy sadece 12 hane idi,” derdi
Gelin Elif ebem 105 yaşında 1939’da
Yaşamını yitirdiğine göre Kuşsaray’a
1834’de gelin gelir.
O zaman kızlar erken gelin olduğuna göre
Gelin Elif ebemin onbeş, onaltı yaşında olduğunu
Düşünürsek köy 1818 ile 1819 yılnda
Kurulmuş olabilir.
Şimdi o küçücük köy aradan geçen bir asır’da
300’lü hanelerde dolaşıyor
Bu köyün en güzel yönü
E5’yolu üzerinde kurulması
Ulaşım olanaklarını kolaylaştırır
Köyde ilkokul eğitimi
Cumhuriyetin ilk yıllarında
Kesin olmamakla birlikte
1928-1930 yılında, İlkokul üç’e kadar
İlkokul eğitimi başlar
Ondan sonra bu okuldan mezun olanlar
Köy Enstitüsü’ne başlar ve oradan öğretmen
Olarak çıkarlar.
Kırklı yılların ortalarında bu köyün bir çok genç’i
Öğretmen, Assubay, Bankacı olurlar.

Bu meslek sahibi insanlar
Yurdun bir çok yörelerinde
Görevlerine başlarlar.
Degişik iş kollarında iş bulup
Köyden ayrılanlar olur
Sonra Almanya yetişir imdadına  köylünün
Biraz rahat nefes alırlar.
“Peki Sefilim biz ne zaman rahat nefes alacağız
Kaderle başbaşa mı kalacağız
Yoksa kaderi, biz mi zorlayacağız
Birilerine meraklana  meraklana
Hayran baka baka mı yaşayacağız
Gel sefilim seninle  beraber gidelim bu köyden

El oğlu Ay’a, Yıldızlara doğru gidiyor
Biz de hiç değilse şehre doğru gidelim.”
“Gidelim gardaşım bu köyün
Akıl danışılan adamı sensin
Sen ne dersen ben orada kalırım
Sana hiç bir itirazım olmaz
Öl de öleyim topalım, canım ciğerim.”
“Sizi çok bilmişler sizi
Siz birbirinizi tartıyor musunuz
Yoksa birbirinizi ağırlıyor musunuz
Yoksa beni dinletmek hoşunuza mı gidiyor
Sabahtan beri iki laf edemedim
Ben bu güne, bu gün
Bu köyün muhtarıyım
Benim uçan kuştan
Vızılayan sinekten
Haberim olur,
Sen muhtarını atlatıyorum sayma
Saklasan da ben senin sıkıntılarını biliyorum
Oğlun, kızın evlenecek, Allah hayırlı etsin.
Ben senin kimin kızını istettiğni biliyorum
Sonra kızına, kimlerin talip olduğunu da biliyorum
Sen şimdi abeyin Kara Haydar geldi
Diye bizi görmezden gelirsin
Bu günün yarını da var aslanım
Tabii şimdi gardaşında  gâvur parası çok
Olsun olsun gözümüz yok.
Bizim de bize göre  her şeyimiz var
Yarın gelirsin, muhtarım
Hadi şehre inip şu  düğünün muamelesini
Bir günde bitirelim, sana kebap alırım Muhtarım…
Hadi söyle ben bir kebaba fit olacak adam mıyım
Sen bu sözleri  şimdi boşa dinle aslanım,
Seninle görüşürüz Sefilim.”
“Yahu muhtar o mübarek ağzını  bir açtın
Ne Sefil’e ne bana fırsat verdin
Dedikleriyin hepsi neyse de
Kara Haydar ne zaman geldi
Benim neden haberim yok
Ben bu köylü değil miyim
Hadi muhtarım, şu bekçine seslen de
Çağırsın şu kara çavuşu
Ona o kadar soracağım soru var ki
Hem de o kara deyyusun muhabetini çok özledim
Yaban ellerden gönderdiği  o ağıtlar var ya
Yemin ederim ömrümü söktü
Ben kendimi bildim bileli
Yüreğimi hiç bir şey bu kadar kanatmamıştı
Gelsin de bir de onun ağzından dinleyelim”
“Tabii tabii, emrin olur Topalım
Yoksa gecemizi zehir edersin
Hadiyin lak lak da lak lak
Yahu boğazımız kurudu
Hadi muhabbete, diyelim de öyle çıkayım
İnşallah o kör dürzü gene bir yerde sızmamıştır”
“Yahu muhtar ne sızması
Hangi parayla içip içip sızacak?”
“Aman Topal bilmemişlikten gelme
Bu kör her gün bir yıkılacak yer buluyor
Belki bana inanmazsınız
Yarın sen bir Kıpığın Ali’ye sorsana
İlla’ların gelincisinde içmiş içmiş küfelik olmuş
Evin yolunu bulamamış, yolda sızmış

Kıpgın Ali de el arabasına koymuş
yaşlı halinde, evine götürmeye çalışmış
Yarı yolda soluk soluğa kalınca
Yolda manda mayısı görmüş sinirden
Manda mayısına kakıvermiş bunu”
(Haha Haha haha gülüşmeler)
“Yapma, deme muhtarım,”
“Garibim kırk yılda bir buldu mayıştı”
“Siz öyle bellen dürzüler,
Siz  birbirinize  bakıp bakıp gülün
Muhtar söyledi, diye hahada haha ha haha
Gelince daha size bu körün
Nelerini anlatacağım, hadi şimdilik eyvallah”
“Güle güle muhtarım”
“Fakir ne yapsa suçtur
O da fakir olmasaydı
Benim adıma da öp bekçiyi yanaklarından.”
(Gülüşürler)
Muhtar karışır karanlığa gökteki yıldızları sayarken tökezler düşer
Eli hayvan mayısına bulaşır
Başlar karanlıkta bağırmaya,
“Bana bekçiyi bulun, bana bekçiyi bulun”
“Beni mi aradın muhtarım,
Emret burdayım, önce tut elimden
Kaldır beni, ondan sonra git şu Kara Haydar’gile
“Seni Topal Deli’ğilde bekliyorlar,” de,
Muhtarın emridir
Bunu böylece söyle, daha burada mısın,
Hadi koş,”
İkisi de karanlığa karışır  kaybolurlar.

Köy bekçisi dışarıdan seslenir
“Kara Haydar emmi! Kara Haydar emmi!”
“Kim o?”
“Benim Haydar emmi”
“Sen misin bekçi Erdoğan
Gel içeri buyur”
“He.. Benim Haydar emmi”
“Gelsene içeri Erdoğan öyle yabancı gibi
Uzak durma, gel içeri
Kellegilin Mamak sana
Elbise yolladı, hemi onu alırsın
Hemi bir çayımızı içersin”
“Olur geleyim Haydar emmi
Bizim kıza bu gün bir etek
Giydirmiş Yastı Melek ecim
Çocuk sevinçten içeri girmedi
Diyor anası,
“Çam sakızı çoban armağanı
Gardaş keşke elimizden daha fazlası gelse.”
“Oturmasına,
Oturayım da, Haydar emmi
Davet mi var, komşuların hepsi burada”
“Evet, sağ olsunlar hoş geldine gelmişler
Sağdan soldan konuşup  hasret gideriyik
Çay kahve içiyik, Saziye halamın,
Yavrum Haydar’ım
Dana’dan gelen sen misin yavrum
Hoş geldin sözüne biraz gülüştü  komşular.
Danimarka  diyemediği için kısaca
Dana’dan mı geldin diyor
Gene gülüşmeler
“Hapa  teyzenin  yavrum haşerim, hoş geldin
Valla billa seni tanıyamadım
Giyinmiş kuşanmışsın,şişmanlamışsın
Yavrum çok mu kazanıyın, benim çirkin
Çütcümü de götürsene, o da senin gibi olsun kurtulsun
Cebi para, üstü urba görsün
Yavrum  Haşerim.”
“Benim elimde olsa yapmaz mıyım
Hepinizi götürürüm, benim ne paramı, ne de işimi elimden alırlar
Benim için daha iyi, garip kalmam, komşuları çoğaltırım
Ah keşke benim  elimde  olsa da, yapabilsem.”

“Sen aklı yetik birisin Haydar emmi
Oradaki köylülere selam söyle
Başta Mümtaz Koçak’a bizi burada unutmasınlar
Olur söylerim Erdoğan.”
“Haydi bana eyvallah Haydar emmi
Seni Topal Deli’lerde bekliyorlar
Muhtar sonra haber vermedim  sanır
Gözünü seveyim Haydar emmi fazla gecikme olur mu?”
“Olur olur Erdoğan, gecikmem, ev halkına selam götür
Hadi güle güle.
Yahu bu da nereden çıktı şimdi gece yarısı oldu zaten.”

Köyün kadınları  hem kocalarından haber almak
Hem de bacılıklarına göz aydınlığı dilemek için gelmişlerdir
Evin hanımı neşelidir, hem çayları dağıtır hem
Bacılıklarına laf yetiştirir.
“Gözün aydın kız yastı,”
“Sağol bacım darısı başına”
“Nerede o günler ah keşke keşke.
Aralarında fısıldaşıp gülüşürler
Söz döner dolaşır gene kadınlar kocalarını sormaya başlarlar
“Haydar ağa bizimkini gördün mü, nasıl, çalışıyor mu? Ne mektubu
Geliyor ne selamı, n’oldu bu herife sarı kızları görünce beni unuttu mu yoksa?”
“Seninkini görmedim, ne yalan söyleyeyim, çalıştığımız, oturduğumuz yer çok uzak
Onunla çok seyrek buluşabiliyoruz, çok şükür hasta sökel  olan yok, işsizimiz yok,
Mesai bol, borçlarını ödemek için, sekiz saat yerine on on iki saat çalışıyorlar
İyiler selamları var, çok şükür bizimkiler de.. Sarı kız peşinde koşan hiç yok
Herkes işinde gücünde, siz hiç merak etmen
İşi yoluna koyan izin mevsiminde gelir.
Siz hiç kocalarınızı merak etmeyin”
“Oh be Haydar ağa, dedi kodu, köyde aldı yürüdü,
Hele ben  demedim mi
Benim köroğlu öyle şey yapmaz.”

“Gözü kör olasıcalar, yarasız yere kurdu düşürürler.
Ben demedim mi size, bizimkiler
Öyle şey yapmazlar,
Benim adım Kara Kezik adım gibi bilirim
Ben bu köyün adamını…
Neyse Haydar ağa, çok gevezelik ettik,
Neredeyse gece yarısı oldu, biz de kalkalım.
Seni bekleyenler var.
Hadi hoşca kalın”
“Güle güle, gene buyurun, bekleriz iyi geceler”
“Size de”
Herkes çıkıp gider.
Kara Haydar, Topal Delinin
Kapısını çalar  “Tak tak!”
“Kim o?”
“Benim Kara Haydar
Hemi çağırtıp, hemi de kapıda bekletirsiniz adamı
Yahu siz nasıl köy ileri gelenlerisiniz, hele açın şu kapıyı da
Tıraşlı yüzünüzü bir görelim”
Kapıyı Topal Deli açar
“Vay Kardaşım Kara Çavuş, seni görecek gözümüz var mıydı
Sen sefa geldin, hoş geldin, geç otur bizim fakirhaneye de
Fakirhanenin gözü, yüzü bir Avrupalı görsün, sahi çavuşum sen
Avrupa’nın neresindeydin, hangi ülkesinde, Danimarkada, oranın
Başkenti Kopenhag’dı değil mi”
“Evet orası?”
“Yahu, ben senin sadece adın,
Topal Deli sayıyordum, sen gerçekten delisin
Müsaade et de adama hoş geldin diyelim.”
“Peki peki, al senin olsun, adamı cebime sokmadım ya..
Ben de hoş beş ediyorum.”
“Kara Haydar hoş geldin, gel seni bir kucaklayayım
Yahu vallahi billahi çok özlemişim.
Ne var ne yok oradaki komşular nasıl,
Bir gittiniz pir gittiniz, ne mektup ne selam, aslanım.
Evinizi barkınızı  biz bekliyoruz.
Bu da koca köyün muhtarı.
Bir mektup atıp da gönlünü hoş edelim, diyen çıkmadı içinizde.
Ben bu kadar mı, işe yaramaz gözden  çıkkın birisiyim?”
“Yok be muhtarım işten, güçten elimiz mi değiyor?
Günün on üç saati çalışıyoruz. Eve geldiğimizde
Kaşık elinden düşmeden uyku basıyor.
Öyle kolay değil, el oğlu adama kolay para vermiyor.”
“Abi hoş geldin, sen bu muhtarın
Her lafına cevap verirsen, evin yolunu bulamazsın.
Doldur abimin bardağını da, bir güzelleşelim.
Nedir bu kadar sorgulama?
Akşamdan beri
Vay sen şunu yaptın, o şunu söyledi.
Muhtarım artık sen kendinle bile dövüşeceksin.”
“Gardaşlarım, beni hoş görün şu bizim, bekçi
Garip kaybolalı gözüme uyku girmiyor.
Olur olmaz yerde Keziban bacınızı da incitir oldum.
Ben ne yaptığımı biliyor muyum?”
“Sahi Garibe noldu, neden kayıp
Fıkaranın başına bir iş gelmesin”
“Kara Çavuş biz de kaç gündür onu düşünüp duruyoruz,
Amma bir türlü işin içinden çıkamıyoruz.
Bu adam nereye gider, ne yapar?
Hiç kimseye hiç bir şey söylemeden ortadan koyboldu.
Garibi ben kovmuşum gibi köylü üstüme yürüyor.
Hele şu Topal Delinin çenesi hiç durmuyor. “Eğer Muhtar
Garip’i bulmazsan, and olsun bu köyü terk edeceğim,”
Diyor, başka bir şey demiyor.”
“Sen biraz sus muhtar, bekçi  bir aydır ortada yok,
Bir muhtarın bekçisinden nasıl haberi olmaz?
Haksız mıyım Kara Çavuş?
Ben gene sözümdeyim, eğer
Garip  dönmezse ben de giderim bu köyden.”
“İyi de, benim güzel kardaşım, bu yaşlı başlı bir insan..
Bu adam bağlanmaz ki, muhtar bağlasın.”
“Aran, sorun bulun elbirliği ile garibimi.”
“Neyse, bunları yarına bırakıp, biz şimdi muhabbet edelim,
Gelmeden misafirin başını ağrıttık.
Hadi şu yıllanmış küp şarabından çekelim.”
“Sağlığa”
“Muhabbete”
“Cancana”
“Cancana”
“Gittiği yerler dert görmesin Çavuşum”
“Eyvallah dost”
“Eyvallah”
“Şöyle bir yaslan geriye. Kara Haydar, bundan sonra sen anlat.
Biz dinleyelim, ne var ne yok oralarda
İş durumu nasıl,
Kazancınız nasıl,
Köylülerimizde hasta sökel bir durum yoktur inşallah.”
“Yok Topalım çok şükür
Herkes iyi selamları var”
“Getirip gönderen sağ olsun
Döndüğünde bizden de selam et bütün komşulara.”
“Yahu Haydar Çavuş sen şu yolculuğunuzun, hikâyesini bir anlat

Çok şeyler dediler çok şeyler duyduk
Sonra o senin destanlar..
Köyde ağlamadık kimseyi bırakmadı
Hele o köyün yaşlı kadınları…
Bilirsin onlar çok içlidirler.
Yaşamın acımasızlığını, içlerine ata ata onları
Ne hale getirdiğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Hani derler ya, “Bir dokun, bin ah işit..”
İşte öyle bir şey, neyse gerisini senin ağzından dinliyelim
Söz sende Çavuşum.”
“Estağfirullah erenler, söz verenler sağ olsun.
Şimdi ben nereden başlayayım
En iyisi ben köyden ayrılışımla başlayayım.”
Muhtar
“Söz sende Çavuşum.
Olayları bilen, yaşayan sensin.”
“Evet benim de muhtarım, İnan o günleri hatırlamak
Benim için o günleri yeniden yaşamak gibi bir şey
Yıl 1970 Aylardan Ocak, gününü hatırlamıyorum
Sanıyorum Ocak ayının ilk haftası, konu komşu hısım akraba
Bizi köyden asker savar gibi savdılar.
Çorum’a  geldim
Oradaki dostlarla, akrabalarla vedalaştım.
Bizi İstanbul’a giden bir Otobüs’e bindirdiler.
“Pu!” desen yere düşmeyen bir kış günü.
Ertesi gün İstanbul’a vardık.
Yanımda bu Eski Ahmet, İbrahim Özdemir, birer bilet aldık
Kurban bayramının ilk günüydü,
İkindileyin bindik, dumanlı, kömürlü bir trene..
Gök yüzünü bir duman kapladı, puf puf yol alıyor tren.
Biz kurulduk kompardumana, kimse kimseyle konuşmuyor.
İlk defa ayrılıyoruz ülkemizden bizi neyin beklediğini bilmeden.
Bir bilinmeze, bir meçhule doğru yol alıyoruz.
Gözlerimizi birbirimizden kaçırarak, trenin penceresinden
Uzaklara bakıyoruz. Göz göze gelsek belki de ağlayacağız.
Dokunsan boşalacak yağmur bulutları gibiyiz, öyle kolay mı?
Elde avuçta ne varsa sat sav, çoluk çocuk neyle geçinir, nasıl yaşar..
Bunların cevabını, çaresini bulmadan düş yola..
Çek git. Ya bir de terslik olur ceptekileri
Yer bitirir, bir de geri dönersek?
Nasıl bakarız onların yüzüne?
Bu ve buna benzer bir çok soru
Beyine sıkılan kurşun gibiydi.
Neyse birbirimizle konuşmadan bir hayli yol aldık.
Sanıyorum akşam dokuz sıralarıydı  Bulgaristan’a girdik.
“Pasport kontrol komşu, iyi akşamlar..”

Türkçe konuştukarına çok sevindik.
Çünkü hiç birimiz yabancı dil bilmiyoruz.
Ertesi sabah Yugoslavya’ya girdik,
Yolculuğumuz sessiz ve oldukça iyi geçiyordu.
Ta ki Zagrep’e gelinceye kadar,
Zagrep’te yanımıza bir genç bindi.
“Merhaba Türk müsünüz?”
“Evet biz Türküz, siz?
“Evet, ben de Türküm, adım Fikret.
Bu çok iyi oldu Münih’e kadar beraber gideriz,
Ben orada öğrenciyim.
Dil bilmiyorsanız ben size yardım ederim.”
“Sağol hemşehrim, seni bize Allah gönderdi.”
“Yok canım, ben kendim geldim,
Neyse hepsi şaka, hepinize iyi yolculuklar
Ben çok yorgunum.
Biraz uyuyacağım.
Eğer polis gelirse siz beni uyandırın.
Olur ki uyur kalırım.”
Ortalığı bir sessizlik alır gene..
Bir zaman sonra tren bir istasyonda durur.
İçeri polisler girer, Fikret hariç
Biz turistleri, kimini kapıdan kimini pencereden
Çekip aldılar aşagı.
Ve bizi bırakmadılar.
Ve Fikret pencereden seslendi.
“Hemşehrim, hemşehrim.
Bundan sonraki trenin ilk duracağı istasyon gene
Zagrep’tir. Orada inip kaçın.
Sizi Turist Ömer diye biri karşılar.
Onunla kızılay Oteline gidin.
Orada size yardım edecekler var.
Polisler ite kaka  istasyona getirip,
“Dobra İstanbul!” diye birer bilet kesip verdi elimize.
Yeniden bindirirler trene. Ve başladı tekrar geriye doğru yolculuk.
Varın ruh halimizi siz hesaplayın, neyse boğazımız kurudu.
“Sefil  poşetin İçinde’ki Viskiyi çıkar da iki yudum
Alalım, bu hüznü ancak o dağıtır.”
Daha önce Viski görmedikleri için, ellerine alır, herkes inceler , tadını merak eder Bakarlar birbirine
“Hadi sağlığa canlar, biraz serttir su gibi içmen,
Varsa yanına kola, yoksa sade su da olabilir.”
“Uzat şu mübarek ellerini de
Can cana diyelim.”
“Cancana yarasın.”
“Yarasın dostlar!”
“Böyle devam mı edeceğiz, yoksa başka şeyler mi konuşacağız
Ben gene sonra devam ederim
Çok üzgünüm
Yüreğinizi kararttım.
Sefil’den iki türkü dinleyelim mi?”
“Dinleyelim Çavuşum, nasıl olsa beraberiz
Biz bu yolculuğun devamını senden dinleriz.
……..
“Sefil’e bir “Sarı sultan”  söyletelim.
Amma bu Türkünün hikâyesini de anlat Sefil”im.”
“Tamam tamam sizden kurtuluş yok anlatayım.
Sarı Sultan Sungurlu’nun Yörüklü köyünde yaşayan, köyün en güzel kızı.
köyün gençlerinden bir delikanlıyla birbirlerine tutkunlar.
Gel zaman git zaman, delikanlı Sarı Sultanı ailesinden istetir.
Ne yazık ki, kızı vermezler ve  üzgün olan bu iki genç kaçmaya
Karar verirler ve kaçarlar.
Kısa zaman sonra yakalanırlar.
Ailesinin baskısıyla
Zorla kaçırıldığını anlatır mahkemede.
Delikanlı tutuklanır ve  Şu ağıdı söyler.

 

Yörüklü derler de dağın içinde
Sultan gül topluyor bağın içinde
Emsalin bulunmaz köyün içinde
Sultanım Sultanım, sarı Sultanım
Niye “Cebri..” dedin, sana kurbanım
Sarı saçlarına ben de kurbanım

Düşürdüler Yörüklü’nün yoluna
Kelepçe vurdular nazik koluma
N’ola götüreydim seni Çorum’a
Niye “Cebri..” dedin sarı Sultanım
Gün gelir de sözlerinden utanın
Sarı saçlarına Ben de kurbanım

Sungurlu’nun minaresi parlıyor
Sultan kız da domur domur terliyor
Yakınları hem korkutup, yelliyor
Sultanım sultanım sarı Sultanım
İfadende doğru söyle kurbanım
Sarı saçlarına ben de kurbanım.

KaraHaydar
“Ağzına gönlüne sağlık, gardaş.
Bir de kuru Söğüdü söyle
Bu sesi bu muhabbeti ne kadar özlemişim anlatamam.”

“Emrin olur gardaş.”
“Emir değil rica, göz nurum, canım.”
“Kuru sögüdün hikâyesine gelince
Ben askerliğimi  Erzurum’da yaptım
Alayımız Palandöken dağlarının eteklerindeydi.
Alayın üst yanında hemen hemen alaya bir iki km.
Uzaklıkta bir kuru söğüt ve söğütün yanı başına
Hayvanlar için ot yığmışlar. Önünden de bir yol geçiyor.
Kış yaz bizi o söğüde nöbet’e dikerlerdi .
Her sabah, her akşam..
Yarbay elinde bastonu hemen önümüzden gelir geçerdi.
Ne selam verir ne soru sorar.
Boşluğun ortasında iki Asker, iki ayrı dünya.
Bekler durur.

Bakalım Aşık bu durumu nasıl anlatmış, size o Türküyü söyleyeyim.”
“Seni dinliyoruz Sefil muhtarını Türküye doyur bu akşam.”
“Olur muhtarım.”

KURU SÖĞÜT
Akıl ermez askerliğin işine
Söğüdü bekletirler boşuna
Orda bir iş gelse benim başıma
Arayıp soran yok, ona yanarım

Kurumuş yaprağın dalların solmuş
Kurt ile, bit ile içlerin dolmuş
Zavallı söğüt de dalgayı bulmuş
Kuru söğüdü beklediğime yanarım

Söğüdü sorarsan Alay önünde
Yarbay gelir geçer baston elinde
Hiç sormuyor, oğlum senin derdin ne
Kuru söğüdü beklediğime yanarım.

Aşık böylece dokunmuş geçmiş
Amma bu sözler aşığın yüreğini delip geçmiştir
“Peki, Kara Haydar! Senin yol hikâyen yarıda kalmıştı,
Devam edecek misin?”
“Hayır, beni bugün bağışlayın.
Yarın Sağmaca’da piknik yapar, orada devam ederiz.
Baksana hepimizin uykusu geldi.
Bir de siz bugün pancar çapalamışsınız
Gidip yatalım. İyice dinlenelim.
Yarın daha ayık kafada devam ederiz Topal’ım.
Şimdi dağılalım herkes evine gitsin. Size iyi uykular.”
Çıkar gider. Peşinden diğerleri de giderler
Karanlığa bürünmüş kale’nin gölgesinde bir köy.
Ve E beş yolu. Yoldan geçen arabalar.
Ve o arabaların  cırcır böceği gibi geceyi
Aydınlatmaya çalışan ışıkları
Kaleyi ve Düvenci Ovası’nı döven araba gürültüsü
Ve köpek havlamaları
Arada bir duyulan horoz sesleri.
“Her halde sabah yakın.
Bugün de böyle geçti.”
Kendi kendine konuşarak yürür
“Bu ne güzel bir mutluluk.
Ne güzel bir iç huzuru
Köyünde, evinde, ailenle, dostlarınla olmak”
Ve karabaş evin sahibini görünce üç yıl sonra,
Onu koklar, takla atar, onunla oynamak ister.
Onunla köyün içinde beraber dolaşır.
gece de her zamanki gibi onu kapıda karşılar.
Sevincinden ona sürünür.
Evin kapısından içeri girinceye kadar
Ağzının içinde bir şeyler anlatmaya çalışır.
“Yahu, bak şu köpek bile ne kadar mutlu.
Demek ki, mutluluk bu.
Mutluluk yerden bitmez, havadan yağmaz.
Mutluluk el birliğiyle ürettiğimiz sevgiymiş demek ki.
Şu köpeğin sevincini ben nasıl unuturum.
Ayrıca, kim bilir nasıl üzülür ben gidince.
Ya ben nasıl unuturum bu sevgi gösterisini.
Karısı Yastı, elinde mumla kapıda karşılar  kocasını.
“Sen nerede kaldın? Neredeyse sabah olacak.”
“Geldim işte. Çok mu bekledin?”
Ve girip yatarlar. Çocukların horultusu duyulur
Gecenin karanlığında.
“Ertesi gün kalktık
Hazırlıklarımızı yapıp Sağmaca’nın yolunu tuttuk
Vardık ki herkes gelmiş bizi bekliyorlar.
Ne yana dönsem tanıdık yüzler.
Herkes kurmuş sofrasını..
Yiyenler, içenler gezenler..
Hemen hemen herkes bana hoş geldine geldiler.
Çünkü köye ilk gelen izinci bendim.
Hal hatır soranlar, yakınlarını soranlar…
Dilimin döndüğü, kadarıyla bütün bildiklerimi  anlattım.
Hoş beşten sonra
Hazırlanmış piknik sofrasına kurulduk.
Masamızda içecekler. Başladık yavaş yavaş rakı içmeye.
Zaman ilerledikçe söz sohbet de ilerliyordu.
Neyse söz dönüp dolaşıp bizim turist yolculuğuna geldi.
Ben başladım kaldığım Yerden anlatmaya
“Tren ilerliyor,  sanki rayların üstünde değil de
Yüreğimizi ezerek ilerliyordu.
Aradan yedi, sekiz saat gibi bir zaman geçti.
Tren ilk defa bir istasyonda durdu.
Baktık peşimizden bağıran Fikret’in dediği gibi
Zagrep istasyonu..
Bavullarımızı aldığımız gibi
İndik aşağı ve hızlı adımlarla
Kaçarcasına uzaklaşıyoduk istasyondan.
“Arkadaşlar, kaçar gibi nereye gidiyorsunuz?
Durun da konuşalım,”
Biz o sesi duyunca yavaşladık.
İri yarı bir adam yetişti arkamızdan.
“Ben Turist Ömer, siz bu kışta kıyamette nereye gidiyorsunuz?
Soğuktan donarsınız.
Gelin ben sizi Kızılay Oteline götüreyim.”
“Olur,” deyip düştük adamın peşine.
Vardık ki bizim gibi, onlarca insan toplanmış.
Korkuyla bakan gözler, mutsuz yüzler,
Odalarımızı gösterdiler.
Hiç ses çıkarmadan birbirini tanıyan ikişer kişi
Aynı yatağa girip yattık.
“Sabah ola hayır ola!”
Ertesi sabah kalktık.
Kahvaltımızı yapıp ne yapacağımızı düşünürken,
Salona kuruyağız bir adam girdi.
“Selamünaleyküm”
“Ve aleykümselam, arkadaşlar benim adım,
Çingene Hasan.
Ben size yardım etmek için buradayım.
Sizler nereye gidecekseniz
Ben sizi istediğiniz yere götüreceğim,
İşte yanımızda beş dil bilen Necati
Her türlü sorununuzu biz çözeriz.
Sizi İtalya sınırından, geçirip Hamburg’a götüreceğiz.
Hamburg’a gidecekler şöyle ayrılsın” deyince
Biz on kişi ayrıldık.
“Tamam, biz sizi bu gece İtalya üzerinden,
Hamburg’a götüreceğiz
Amma bavullarınıza yerimiz yok.
Bavulunuzun içindeki kıymetli, işe yarar olanları bir
Plastik torbada toplayın.
Elinize alın, sonra vay dediydin vay demediydin,
Ben anlamam.
Siz şimdi hazırlığınızı yapın bizi bekleyin,
Biz akşam saat sekiz gibi sizi buradan alırız.
Hadi hoşca kalın,” deyip gittiler. Bizi aldı bir telaş..
Ne haritadan anlayanımız var,  ne de dil
Bilen bir Allahın kulu aramızda.
İtalya’dan, deyip bizi gece nereden,
Nereye götürecekler..
Bir de gece kapalı bir minibüs..
Nereye gideceğimizi bilmeden, koltukları, döşemesi olmayan
Bir  minibüse bindik.
Bize dediler, “Sakın ses çıkarmayın, iyi yolculuklar,”
Deyip kapattılar kapıları.
İki saat gibi bir zaman sonra durdular.
Ve kapıyı açtılar. Soğuk bir gece..
“Arkadaşlar, biz bu tekerlerle yola gidemeyiz..
Kar kış, yollar buz.. Siz birer yüz mark çıkarın.
Hem tekerleri yenileyelim, hem benzinimizi doldurup
Yolumuza devam edelim.
Herkesten aldılar yüzer Mark.
Sıra bana gelince ben “Hayır,” dedim.
“Bakın arkadaşlar, adam başı altı yüz Marka sizinle anlaştık.
Bizi Hamburg’a ileteceksiniz ve ben
Paranın tamamını orada vereceğim.
Ben size Hamburg’a varmadan bir Mark bile vermem,”
“Yahu olur mu, herkes veriyor da sen neden yan çiziyorsun?”
“İşinize gelirse, yoksa geri dönün beni aldığınız yere bırakın,
Ondan sonra devam edin, siz bilirsiniz,”
Çingene Hasan dedi ki,
“Yahu, siz onu bana bırakın. Ben ondan, sonra alırım,”
Tekerleri değiştirip, benzini doldurdular ve kapıları gene kapattılar.
Tekrar nereye gittiğimizi bilmeden ve
İçimizden dualar ederek, bir zaman gittik
Ve arabamız tekrar durdu, kapılar açıldı.
“Verin pasaportlarınızı, sınıra geldik,”
Ben gene itiraz edip vermedim pasaportumu.
“Tamam, sen bizimle gel,” dediler.
İndim minibüsten. Onlarla birlikte yürüdüm.
Geldik bir kulübenin önüne.
Necati dediği çocuk pasaport dolu plastik torba elinde
Girdi kulübeden içeri.
Uzattı polise pasaportları
Polis pasaportları evirdi çevirdi.
Tekrar torbaya koydular.
Bana hiç bir şey soran olmadı.
Çıktık dışarı. “N’oldu Necati?”
“Sorma Abi, biz vize almadan çıkmışız yola.
Gidin vizenizi alın öyle gelin, dediler.
Tekrar bindik minibüse.
Gerisin geri, ver elini Zagrep.
Sabah erkenden, geri geldik Zagrep’e.
Ve minibüsten iner inmez yürüdüm
Kızılay Oteline.
Peşimden bağırıyorlar,
“Nereye arkadaş, bizim paralar n’olacak?”
Ben hiç duymamış gibi,
“Bana ne sizin paranızdan,
Kime verdinizse ondan alın,”
Deyip gelip yattım Otele.
Ben böyle anlatıp gidiyorum amma,
Soğuktan dişlerimiz kilitlendi.
Aç susuz, neler neler.. Biteceği
yok ki dertlerimizin.
Ve o akşam yola çıkmadan önce,
Cebime ne kadar Çorum leblebisi varsa koymuştum.
Onu yedim.
Ve Otelde üç gün kaldım,
Üç gün sonra, “Şöyle bir dışarı çıkıp gezeyim,” dedim,
Otelden beş yüz metre uzaklaşmadan
Peşime bir topal adam düştü.
“Arkadaş sen Türk’sün  herhalde.
Dur da konuşalım,”
“Peki, ne istiyorsun arkadaş? Onu söyle,”
”Sen bana Türk parası ver ben sana
Yugoslav parası vereyim.
Bankaya gitme ben senin paranı bozarım, hem de kârın olur,”
“Bak arkadaş bende Türk parası yok
Sen bana uçak yazıhanesini gösterirsen çok makbule geçer,”
Sağ olsun, o da gösterdi   yolu.
Oradan Danimarka’nın başkenti
Kopenhag’a uçak bileti aldım.
Oldu cebimde üç tane bilet.
Bir İstanbul-Kopenhag tren bileti.
İki Yesenice- İstanbul Tren bileti.
Üç Zagrep-Kopenhag Uçak bileti.
Cepte paralar suyunu çekti.
Neyse uzatmayalım.
gece saat ikide uçağa bindim.
Sabah saat beşte Kopenhag’a indim.
Cebimde sadece beş markım kalmıştı.
Bana buradan çıkmadan
Kıvrık teyze bir adres vermişti.
Dışarı çıkınca o adresi Taksiciye gösterdim.
“Gel,” dedi bindirdi beni
Taksi’ye. Bir kar, bir kış.. Araba zorla ilerliyor.
Bir kurt kemiriyor içimi.. Ya bu adreste  bizim köylülerden
Birini bulamazsam, cepte para yok, ben Turist’im.
Ben değilim amma pasaportumda Turist yazıyor.
Ne yapar ne ederim Taksici beni polise teslim ederse.
Dil yok, diş yok bilmediğin bir memleket…
Bu düşler ve sıkıntılarla terin suyun içindeydi tüm vücudum.
Bir saat gibi bir zaman sonra
Gasturup diye yazan küçük bir köye girdik.
Taksici tekrar adresi eline aldı her sokak önünde durup
Sokak levhalarını okuyor anladım ki adres burası..
Köyün biraz dışında bir evin önünde durdu.
İndi arabadan kapıyı çaldı. Kapıyı kim açtı.
Taksinin parasını kim verdi.”
Muhtar “Kim verdi. Kim,  kim?”
Değişik insanlar ağızlarının içinden
Yarı duyulur duyulmaz sesler çıkardılar.
Merakla bekleme başladı.
Kara Haydar sanki o anı yaşıyordu.
Onu bir sıkıntı bastı. Rengi değişti.
Boğazına lokmalar dizilmiş
Gibi yutkundu. Üzgün müydü?
Yorgun mu, heyecanlı mı? İsimleri bir türlü söyleyemiyordu.
Ortam Zaten çok değişik yaşamların  anlatıldığı bir ortamdı.
Sanki bir kâbus çökmüştü  Kuşsaray  Köyüne.
“Biraz sonra söylerim,” deyip uzaklaştı oradan  Kara Haydar.
Hüzün, yorgunluk, telaş sarmıştı Sağmaca’yı…
Oradaki  bütün insanlar toplanmıştı bir araya
Ortada ne alışıla gelmiş gürültü,
Ne gök yüzünden  bölük bölük Turnalar geçiyordu.
Ne yukarıda akan Kel Veli’nin pınarın sesi,
Ne çocukların oyun sesleri duyuluyordu.
Sağmaca, suyunu tüm canlılara sunan o kocaman
Tabiat ana  gönlünü kaldırmış gibiydi bizden.
Üstümüze üstümüze yürüyordu  Çaşaklı koyak…
Nasıl anlatsam, herkes üzgün, herkes durgun.
Çünkü herkesin yakınları vardı Danimarka’da.
Aradan geçen zamanın ne önemini,
Ne de sınırını düşünüyorlardı ki,
Gene sessizliği köyün en kıymetli misafiri bozdu.

Dağı yoktur taşı yoktur hep ova
Anam babam yok ki eylesin dua
Dönüp de sılada kurayım yuva
Yuvası dağılan kuşa benzerim

Danimarka derler düzdür ovası
Yayılıyor al inekle danası
Küçük yavrulara baksın anası
Sağ olana gurbet bitecek bir gün

Benim arkadaşım zavallı Cenap
Şu bizim halımız, harap mı harap
İkimiz bir olak alalım şarap
Meramımız defnedelim arkadaş

Herkes kulak kesilmiş dinliyordu.
Türküyü bitirip gelip yerine oturdu.
Çok duygulanmıştı.
Göz yaşlarını tutamadı.
Başını iki elinin arasına alıp, ağladı bir zaman.
Ve kadınlar orada
Bulunanlar, piknikte değil de sanki
Birbirlerinin acısını paylaşıyorlardı. birbirlerinin başlarını
Okşuyor, sırtlarını sıvazlıyor,
Birbirlerini sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
Yavaş yavaş başını kaldırdı
Ve konuşmaya başladı.
“Kapıda ilk görünen Mümtaz Koçak’tı.
Peşinden Kellegilin Mamak, Çanlı İsmail,
Eşenin Mehmet ve tanımadığım başka insanlar da göründü.
Mümtaz “Vay vay, bak Enişte, kim gelmiş,”
Birbirine ulaşıp kucaklaştılar.
Ve geri dönüp seslendi.
“Hadi arkadaşlar pamuk eller cebe,
Taksiciyi gönderin,”
Aralarında para toplayıp Taksiciye verdiler Taksici gitti.
Girdik içeriye.
İçerisi o kadar kalabalık ki oturacak yer yok.
Neyse sözü fazla uzatmayalım.
Ne karyola ne mobilya.. Yataklar yerde serili..

İşçi olanlar gece yatıyor.
İşçi olmayan bizler yerde ve sandalyada
Oturarak uyuklayarak sabahı ediyoruz.
İşçiler kalkıp işine gidiyorlar.
Biz onların yerine yatıyoruz.
Öyle böyle derken aradan bir ay geçti.
Bana Mümtaz bir Çiçek bahçesinden iş bulmuş.
Oradan işçi olmam için aldığı kâğıtla beni
Hamburg’a gönderdiler.
Ve orada altı ay elin arasında aç susuz vize
Bekledim. Ve bu arada benim gibi olan çok insan var.
Bize Hamburg hal’inden iş buldular.
Üstü cergeli kapalı bir kamyonla,
Orman içinde kaldığımız evden bizi gecenin üçü, dördü..
“Işımadan “hal” de olmalısınız..
Karanlaşmadan da buradan ayrılamazsınız.
Eğer bir kontrol olursa sizi yakaladıkları  gibi
Sınır dışı ederler
Beni de hapse atarlar.” diye korku vererek bize gün yüzü göstermedi.
Orada tam beş ay çalıştım.
“Saat ücretiniz iki mark  diyordu.
İşte şu kadarı ev kirası, şu kadarı su parası,
Şu kadarına çamaşırlarınız yıkanıyor,”
Diye neredeyse her şeyi başabaş getiriyordu.
Biz buna da razıydık.
Kime el açacaktık? Nerede kalacaktık?
Hiç değilse bir arada birbirimize yardımcı oluyorduk.
Başımızı sokacak bir ev vardı.
Amma evde çeşitli uluslardan en az yirmi dört kişi vardık.
Bu sıkıntılar ve bu güçlükler içinde çok şükür işçi olabildik.
Gördüğünüz gibi şimdi birlikteyiz.
O günler gitsin bir daha da gelmesin.
Haydi hepinizin sağlığına..
Sizi biraz istemeyerek üzdüm.
N’olur beni bağışlayın…
……
”Yakın tarih, Uzak tarih, tarihte tarih
Senin tarihlerin  bir işe yaradığı yok
Bu sözlerle buralarda eğlenip duruyoruz”
“Topal yeter artık, bırakalım şu boş lafları
Ne yapacaksak yapalım.”
“Tamam da Sefil’im, öyle kolay mı bu yaştan sonra
Yeni bir hayata başlamak, yaş yarıyı geçmiş, bir de
Gittiğimiz yerde işler iyi gitmezse, sade şaşırırsak
Öyle şaşkın, perişan köye geri dönersek, o zaman
Halimiz n’olur hiç düşündün mü, herkesin eğlencesi oluruz.
Yahu topal zaten olacağımız kadar olmuşuz.
Bundan kötüsü, bundan acısı da olmaz.
Abiyim ta uzak memleketlere gidiyor da
Biz şurdan yakın şehre bile gidemiyoruz.
Buralar beni sıkmaya başladı
Bak Garipten ne ses var, ne haber.
Bu köyden kaçan kurtuluyor.
Gel seninle bir karar verelim bu gün.
Ne zaman gideceğiz?
Gittiğimiz yerde ne yapacağız?
Hangi işi tutacağız?
Nereye gideceğiz?
Bütün bunları oturup kararlaştıralım var mısın?.”

“Varım
Varım.
Vallahi de varım, billahi de varım Sefil’im.
Yalnız şimdi git akşam bize gelirken bir boğma rakı isterim.
Sakın  bozuk, palabıyık olmasın.
Sonra cezalı duruma düşersin.
Sen bilirsin, benim sözüm birdir bilirsin.”
“Bilirim Topalım bilirim, inanır mısın seninle olmak
Senin yanında olmak, bana huzur ve mutluluk veriyor.
Sanki bütün günahlarımdan arınıyorum.
Bütün sorunlarım bitiyor.
Sanki Kuşsaray’da değil de farklı bir Coğrafyadayız.
Ve yollar, Ufuklar pırıl pırıl.
Hangi yöne dönsem, içim kıpır kıp

TOPAL DELİ – İkinci bölüm

Muhtar ve Topal deli
Şekip beyden ayrılınca
Doğru köyün yolunu tutarlar.
Birbirine hiç bir şey demeden
Köyün minibüsüne binerler
Muhtar topal deliden daha heyecanlıdır
Daha coşkuludur
İçi içine sığmaz
Bayram heyecanı taşıyan çocuk gibidir,
Oysa Topal Deli
Düşünceli,
Hüzünlü
Sorgulayan gözlerle
Bakar etrafına
Etrafındakileri
Dünü
Bu günü
Ve yeni bir yaşama doğru
Yeni bir dünyaya doğru
Yola çıkarken
Sıkıntılar içindedir.
“Ya başaramazsam
Ya o yeni ortamı kaldıramazsam”
Diye kendi kendine söylenir durur.
Eve varınca
“Başarının Sırları” adlı kitabı alır eline
Çekilir köşesine
Kitabı bir daha okur
Önemli konumları
Önemli uygulamalı paragrafları
Ve uyumu
Uyumsuzluğun bulunduğu bölümlerin
Bir bir Altını çizer
Tekrar tekrar okur
Baskıyı
Heyecanı
Yenmenin yollarını arar.
Konuşmacımız kim olmalı?
Sefil mi, ben mi ?
Elbette sefil olmalı
Ben ondan tecrübesizim
askerde o kadar kalabalığa
Türkü söylemiş
güzel sesi
güzel muhabbetiyle
Herkesin saydığı
Sevdiği birisi olmuş
Bu az şey değil
muhabbete aç olan duyguyla çıktı mı sahneye
Tozunu attırır alim Allah
Ona uğramalıyım
Olup biteni bir bir anlatmalıyım
Ona “Bu konudan kimseye söz etme,” desem
Bu aşamadan sonra muhtarı susturmak olanaksız
şimdi köyün alt başında minibüsten iner inmez
Kendi evine varana kadar her önüne gelene
Bu konuyu ballandıra ballandıra anlatır
geveze adamı susturmak kolay değil.
“N’oldu Karadenizde gemilerin mi battı topal?
Bu kadar suskunluk niye?
Tamam anladık heyecanlısın
Elini yüzünü yıkaymazken
Başımıza sanatçı oldun üstelik
Zil takıp oynayacağına
Dokunsam ağlayacak gibisin.”
“Evet Muhtarım, bu benim için
Büyük bir olay
Belki bütün yöre basını bundan sonra bizden bahsedecek
Şimdiden o anı yaşar gibiyim
Sen benim yerimde olsan ne yaparsın?
Yeni bir çevre,
Yeni bir şehir
Herkesin gözü kulagı sende
O ortamı yaşamak,
O havayı kaldırmak kolay mı sanıyorsun?
Muhtarım bu güne dek elime hiç mikrofon almamışım
Bir topluluğa seslenmemişim
Korkum ondandır.”
“Bana bak Topal deli
Yarın öbür gün köylüyü toplarım
kalabalığa konser verirsin”
Eğer “Onlar alışık olduğum adamlar,” dersen
Kıyı köylerin halkını da toplarım
Bir iki akşam kendini alıştırırsın
Sana sahne kültürünü bu köyde yaşatırım
Hem de kaç gün istersen
Bana güven Topal deli
Bana güven.
Köylünün işten gelince zaten gidecek yeri yok
Sen de böylece heyecanını yenersin”
“Çok sağol muhtarım, sen bir tanesin.
Bu çok güzel bir düşünce
Ben sana boşuna dostum dememişim
Sen benim imdadıma her zaman yetişirsin.”
“Yahu Topal deli sen beni yeni tanır gibi konuşuyorsun
Bu güne kadar sen ne dedin de yapmadım?
Kaç zamandır senin için koşturmuyor muyum?”
İşte sen gördün muhtarın kimleri tanıyor
Bundan sonrada göreceksin ne işler yapacak…
Ayrıca seni sahnelere alıştırana kadar hiç
Yalnız bırakmayacağım.
Bu konuda Şekip bey de yardımcı olur.”
“Tamam da muhtar benim senden bir isteğim daha olacak
Sakın bu konuyu bir kaç gün kimseye söyleme
Yoksa ona buna laf yetiştirmek zorunda kalırız
Ve kendi yapacağımız işi yapamayız
Yalnız bir kaç gün muhtarım, aman sen bilirsin
Ortalığı velveleye vermeyelim.”
“Hadi ordan deli deyyus, bana akıl vermeye kalkma
Ben ne yapacağımı gayet iyi biliyorum
Şimdi sen git Sefili bul, olanı biteni anlat.
O da hazırlığa başlasın.
Böylesi fırsat insanın eline kırk yılda bir geçer.
Bunu çok iyi değerlendirmeliyiz
Başınıza devlet kuşu kondu sevinin
Gülün oynan, sade sizin değil
Bu köyümüzün de şansı açılmaya başladı.
Çok kısa zamanda bu köyün adını bütün
Türkiye duyacak.
Belki Televizyoncular bile gelip
Bu köyü filme alırlar.”
“Hadi oradan muhtar sende abartıkça abarttın.”
“Bak sen kısa zaman sonra görürsün. “Muhtarım bütün söylediklerin
Dogruymuş,” diyeceksin.”
“Bir duyan olsa sana güler muhtar
Yağmur yağmadan sele gitme,
Hayal görme. Önce bizi tanısınlar
Ondan sonra gerisi belki gelir.
Elbette biz bu köyün tanınması
Ve kalkınması için elimizden geleni yaparız.
Sonra ben istemez miyim bu köye bir ortaokul,
Bir sağlık ocağı, bir kütüphane, bir kültür evi açılsın.
Gelişmeler zaten geleceklerin göstergesidir.
Bütün bunları zamanı gelince düşünürüz.
Şimdi bu boş lafları bırakıp işimize bakalım.
Hadi hoşçakal muhtarım sonra görüşürüz.”
“Senin sayende, belki bu köyün, bu köylünün
Kaderi değişecek, sen gençlerimize iyi bir örneksin.
Güle güle topal Deli güle güle.”
İki gün sonra karanlık kavuşurken
Köy bekçisi seslenir.
“Topal deli emmi, Topal deli emmi!
Köylü bu akşam köy okulunun bahçesine toplanacak
Muhtar seni çağırıyor aman geç kalmasın
Hazırlansın, Sefili de alıp gelsin
Çalıp söyleyip eğleneceğiz dedi
Aman gözünü seveyim Topal deli emmi
Geç kalma, yoksa muhtar beni gene
Buraya göndermesin, unutma olur mu?”
“Olur, olur sen git selam söyle. Ben birazdan
Sefili de alır gelirim.
Güle güle…
……
Biz vardığımızda, köylüler okulun bahçesinde toplanmışlardı
Sınıflardaki bütün sıraları dışarı çıkarıp
Bahçeye dizmişler, köy halkı yerlerini almıştı
Aralarında konuşuyorlar, “Yahu bu muhtar bizi
Buraya niye topladı,”
Hiç böyle toplantılara alışık
Olmayan köylüler merakla olacakları bekliyordu
Bizi uzaktan görenler olacakları anladılar ki
Bizi alkışlamaya başladılar.
Bizler de, bize ayrılan bölümde yerimizi aldık.
Muhtar, ben, Topal deli yanyana sandalyalarda
Oturduk, sessizliğin başlamasını bekliyorduk.
Muhtar ellerini kaldırıp susun işareti yaparak
Ayağa kalktı.
“Sevgili komşular!
Bu akşam sizleri buraya niye topladım
Bu konuyu uzun uzun konuşacağız
Bu gün hepimiz için çok önemli bir gün
Hepimizin yakından tanıdığı bu yetenekli
Komşularımız, yarın durunca bir güne
Yani öbür gün şehirde sahne alacaklar
Bu güzel ikili, bu iki güzel insan
Hepimizin gururu olacaklar
Bu ikilinin grubunun adı (SES)
SES öbür gün Türkü barda
Türküler söyleyip şiirler okuyacaklar
Bir de Danimarka’dan  izine gelen
Haydar Uçar (Yani Kara Haydar)
Bize gurbet anılarını, Özlemi,
Hasreti anlatacak.
Bende kendilerinden rica ettim
Neden önce bize değil
Alkışlar… alkışlar…
Sağ olsun onlar da beni kırmadılar
Siz çalışkan köylülerimle
Günün yorgunluğunu
Hep beraber birlikte atacağız
Şimdi söz SES’te”
Alkışlar… alkışlar..

Topal deli
“Sağolun, varolun sevgili komşular
Alkışlayan elleriniz dert görmesin
Dostlarım, bunca yıl birlikte
Ekmek yedik su içtik
Aynı havayı, aynı çevreyi
Aynı sevinci, aynı acıyı paylaştık
Muhtarımızın da dediği gibi
Artık bize yol göründü
Sizden bizi gönül rahatlığı ile
Yola vurmanızı, hayır dualarınızı bekliyoruz.
Bu akşam biz burada birlikte eğlenip
Hoşca vakit geçireceğiz, bir kusurumuz  olursa
Bizi hoş görün dostlar.”
Dokunur tellerine sazın
Ortalığı inileyen tellerin çıkardığı bir müzik sesi
Bir hüzün , bir duygu seli kaplar
Doğal bir ses, doğal bir ortamda
Canlı canlı, dalga dalga
Türkü sesi gökyüzünü
Düvenci ovasını, Kuşsaray kalesini kucaklar.
Peşi peşine okunan türküler, şiirler
Coşturur hüzünlendirir herkesi
Herkes kendi anılarında yolculuğuna çıkar
Yol gözleyen hasret çekenler ağlar
Hiç kimse farkında değildir karanlığın
Yıldızların, ayrılığın yokluğun
Sanki bütün köylü bir arada
Bu güne kadar belki de böyle güzel
Bir birliktelik yaşamamıştı
Düşüne biliyor musun bebeler bile ağlamıyordu
Bu güzel Temmuz akşamında
Yıldızlarla kucak kucağaydık
Kiç kimse varamadı farkına zamanın
“Söz sende Haydar Uçar.”
“Ne konuşacağımı yazmadım
Ne de  düşündüm, içimden geldiği gibi konuşacağım.
Sevgili dostlar, Can ciğer köylülerim! Sizler
Benim  sevdiğim dostlarımsınız, insanları
Yurdundan yuvasından, neler ayırır sizler de
En az benim kadar biliyorsunuz,
Amma bunu yaşayarak öğrenmek çok farklı.
İnsanları yurdundan
Ya savaşlar
Ya ekonomik nedenler
Ya gençlik heycanı
Ya da yeni arayışlar,
İnsanın söylemeye bile dili varmıyor amma
Bir de ilkel kan davaları, ayırır dostlarından, sevdiklerinden.
Bildiğiniz gibi geçim derdi, yoksulluk ayırdı bizi birbirimizden
Bir ozanımızın dediği gibi
Biz de köyümüzü bıraktığımız gibi bulamadık
Herkes bir yere dağılmış, yarın Sefil’le, Topal deli de gidiyor.
Garipse kayıp.
Ne diyordu ozanımız Ali Kızıltuğ.

“Bir ev burda bir ev karşıda kalmış
Sorun hele bizim komşular n’olmuş
Bir asırlık çınar kurumuş kalmış
Bizim köye benzemiyor gel hele
Gel hele de kömür gözlüm gel hele.”

İşte ozan bir roman’a sığmayacak koca bir konuyu
Bir çırpıda ne güzel bir dörtlükle anlatmış
Doğup büyüdüğüm bu köyden, yaşadığım bu topraklardan
Kültürel birikimimle ayrıldım, insan yaşamının, iç buran
Tüyler ürperten,yürek yakan, hüzün bulutlarına dönüşen
Duygu bulutları altında, ıslana ıslana geldik bu günlere.
Yaban ellerde özlemle, hasretle, dönemeyeceğimizi bilerek
Dönecekmiş gibi yaşamak, oldukça zor dostlarım oldukça zor.
Sonra bu yaşamı yaşamayanlara anlatmak olanaklı mı
Elbette olanaklı değil, bu yaşamı bütün dünyası , bir köyden
Bir kasabadan oluşan insanlara anlatamazsın, onların o küçücük
Dünyalarında bize yer açmaları mümkün mü? Elbette hayır.
Bunun adı bence bir göçmen için ikili yalnızlıktır, yeni
Yurtlara, yeni komşulara, yeni yüzlere, yeni bir lisan’a,
Yeni kültüre, yeni bir coğrafyaya alışmak kolay mı? bütün bunları,
Bu yenilikleri kısa zamanda özümsemek, onunla bütünleşmek
Olanaklı mı? Onları anlamadan, tanımadan, gel deyince peşlerinden yürümek
Bütün bunları, anlamak, aşmak, hele hele belli yaştan sonra çok zor dostlarım.
Çoğu zaman karşındaki konuşurken, sen doğduğun topraklarda
Gençlik, çocukluk arkadaşlarınla kolkolasındır, eğer seni o rüyadan
Uyandıran olursa ağız dolusu sövmek gelir içinden, bir türlü alışamazsın.
Çünkü bedeninle yaban elde, ruhunla yurdundasın, zor da olsa
Bu yaşama, alışmak zorundasındır, yaşadığın ülke ve ülke insanlarına
Kulaklarını tıkayamazsın, hepimiz biliyoruz ki göç bir tarihi olgudur.
Giderken biraz para kazanayım, şartlar olgunlaşsın dönerim, diye
Gidilir, amma dönemezsin, çünkü dönüş ateşten bir gömlektir, o
Gömleği giymek kolay değildir.
Bunu tarih hep böyle yazdı, bizler de böyle öğrendik, işte biz
Bütün bunları  bildiğimiz halde, dönme hayaliyle yaşıyoruz.
Sizleri çok üzdüğümü biliyorum, beni bağışlayın.
Ben de yarın aranızdan ayrılıyorum, hakınızı helal edin, hayır duanızı
Üstümüzden eksik etmeyin,” diyerek kalkar karanlığa karışır, evine
Doğru yol alır, karma karışık düşler içindedir.
……
Gece yarısını çoktan geçmiştir
Topal deli
“Can dostlarım
Sevgili komşularım!
Sizlere doyum olmuyor, gece yarısını çoktan geçti.
Hepimiz sabah erkenden, kalkıp işimize gücümüze gideceğiz
Sizlere son olarak bir anı, hepimizin anısı, öyküsü
Yaşamımızdan bir anımsamayla sözlerimi bağlamak istiyorum.

BİR KIŞ GÜNÜ EVİMİZDE
ANAMDAN DİNLEMİŞTİM

Çattım odunları birbirine
Sobayı yaktım
Alevlendi odunlar
Koydum çaydanlığı
Üstüne sobanın
Demleniyor çay
Pır..Pır..
Ses çıkararak
Alevler yükseliyor
Yanıyor odunlar
Şömine seyreder gibi
Seyrediyoruz sobayı
Belirli bir aydınlık
Mahmur bir sıcaklık
Güzel bir ses
Buharlı

Demli, bir mutluluk
Sarıyor gönülleri
Sobanın içinde
Bir büyüyor
Bir küçülüyor
Bir uzayıp
Bir kısalıyor alevler
Aynalar
Camlar
Ak alınlar ter içinde
Pilav kazanı kondu
Demliğin yanına
Hamuru yoğurdu
Yorgun gelinim
Büktüm düğmesini
Soba fırınının
Sürdüm tepsiyi içine
Çok geçmedi
Sardı ortalığı
Taze ekmek kokusu
Çay demlenmişti
Bulgur pilavı pişmişti
Peşinden ekmek
Çıktı fırından
Yayıldı yere
Sofra yaygısı
Serildi sofra
Yemek yendi
Başladı çay keyfi
Atıldı yılın yorgunluğu
Keyfi yerine geldi herkesin
Çok geçmedi çalındı kapı
Yeni çay bardakları kondu sofraya
Çay sefası dönüştü
Yarınlı sohbetlere
Kim nereye gidecek
Ne yapacak yarın
Bir bir konuşuldu
Güncellik değil
Günce
Ne basın
Ne televizyon
Bahseder bu hoş sohbetten
Ve yeğeni takılır dayısına
“Anamın malını
Ne zaman vereceksin dayı?”
Güler dayı
Çünkü yoktur ortada
Ne mirasyedi
Ne de mirascı
Şakadır, hoş sobettir
Bütün bunlar.
Kanatsız sözcükler
Bal sızar gibi
Akıyordu dudaklardan
Gülücükler uçuşuyordu
Cıvıl cıvıldı gönüller
Taze ekmek kokusu
Büyüsüne kapılmış gibiydi
Demli çayın.
Kelebekler gibiydi mutluluk
Takınmıştı ipeksi kanatlarını
Uçuşup, kayboluyordu açık pencereden
Gönüllerde çiçeklenmişti
Bütün çiçeksiz dallar
Bütün güzellikler gibi
Bu da dönüşmüştü
Kahkahaya, Sevgiye, Muhabbete
Çaylar yudumlanırken
Bağlar bozulmuştu
Şinevat’ta ezilmişti üzümler
Pekmezler kaynatılmış
Rakılar vurulmuştu
Devam ederken hoş sohbet
Gün dönüşmüştü akşama
Serilmişti yer yatakları
Uzanmıştı yorgun bedenler
Artık yapayalnızdı gece
Sadece uyku horultuları
Ve köpek havlamaları
Duyuluyordu.

TÜRKÜ BARDA İLK GECE

Şekip bey aldı mikrofonu eline
“Sayın misafirler
Sevgili arkadaşlar,
Türkü yürekli dostlar
Hoş geldiniz.
Bugün biz bu şehirde, elbirliği ile
Bir ilki gerçekleştirmiş olacağız.
Bugün tarihi bir gün
Bu tarihi imzayı birlikte atıyoruz.
İlk olarak sizlere bu iki sanatcı dostumu
Tanıtmak istiyorum.”
Tutar Topal delinin elinden
“İşte size Saz’ı, Gitar’ı, Tulum’u, Ney’i
Türküleri ve şiirleriyle şair dostum
Hüseyin Anadolu bizlerle”
Topal deli  saygılı ve mahzun bir duruşla
Sağ eli kalbinin üstünde, sol eli ve başıyla
Toplumu selamlar yavaşca oturur yerine.
İkinci olarak Şekip bey Sefil Mahmut’u tutar elinden
“Ve ikinci sanatcı dostumuz Sefil Mahmut.
Türkü baba, solistimiz bundan sonra haftanın
Üç günü, Perşembe, Cuma, Cumartesi akşamları
Bizlere neşeli, coşkulu, o yanık o içli sesiyle
Türküler okuyacak.
Sefil mahmut da arkadaşı gibi ayakta misafirleri selamlar
Yavaşca arakadaşının yanına oturur.
Şekip bey “Sahne sizin, size sanat hayatınızda başarılar.
Söz sizde arkadaşlar.”
Alkışlar… alkışlar…alkışlar

Herkes heycan içinde, salon tıklım tıklım dolu
İlk geceleri, ilk sınavları olmasına rağmen
İkisi de çok rahattır, Müzik ve Türkülerin
Ritmine, büyüsüne kapılır gittikçe açılırlar…

GUBET NERESİ?
Gurbet diyorum
Gurbet neresi?
Gurbet türküleri duyar ağlarım
Bir hüzün birikir gözlerimde
Yüreğime ince bir sızı akar
Gözle görülmez, elle tutulmaz
Bir coşku
Bir sevinç
Bir tutku
Gurbet diyorum
Gurbet neresi?
Tarif et deseler edemem
İsteksiz gidilen yolların son durağı mı?
Özlemlerin yürek kanatan pınarı mı?
Yoksa eşiğin ardı mı gurbet?
Git deseler gidemem
Dur deseler duramam
Duyguların alevlendiği
Acıların siteme dönüştüğü
Ulaşılması zor
Dönüşü olmayan
Bir coğrafya mı gurbet?
Ayla yıldız
Geceyle gündüz
İnsanla ses
Sesle suskunluk arasındaki
Mesafe mi gurbet?
Bulutun yağmura dönüşüp
Yer yüzüne yağışı mı?
Yağmur sonrası buğu mu?
Bir iz sürüş mü?
Yokluğun önüne katıp kovaladığı
Yoksulların yaşam koşulu mu gurbet?
Arıyla kovanın birleşmesi mi?
Toprağın suya
Gülün dikene hasreti mi gurbet?
Nuhun gemisindeki çığlık mı?
Karaya vurması mı balinaların?
Dağı delen gürzü mü Ferhat’ın?
Ayrılıkların kendisi mi?
Yolculuğun bitmeyeni mi?
Gönlün kendisi mi?
Yaşamın acımasızlığı mı gurbet?
Gubet diyorum
Gubet neresi?

Şekip bey verdiği sözü yerine getirmek için hemen ertesi gün
Eski Mecitözü caddesinde evine götürür bunları yerleştirir
Ve evin altındaki boş dükkanı verir burada sizin, ön cephe dükkanınız
Arkadaki büyük oda çalışmanız için çok uygun, şu yandaki küçük odayı
Size nasıl uygunsa, neye uygunsa öyle düzenlersiniz, hadi hayırlı olsun siz
İşinize bakın kirada nasıl olsa anlaşırız, hoşca kalın  görüşürüz.
Haa.. Bir sıkıntınız olursa beni nerede bulacağınızı biliyorsunuz.
Caddeye bakan vitrin camı tam istedikleri gibi bir duvardan bir duvaradır.
Buna çok sevinirler, hemen işe koyulup ellerindeki müzik aletlerini
Vitrine sırayla dizerler hem dizerler hem gelip geçene çocuksu bir heyecanla bakarlar
Yoldan geçenler meraklı gözlerle olup biteni izlerler, kimileri durup o dizili
Güzel, sazlara, gitarlara, adını duymadığı bu aletlere bakarlar kimileri de içeri
Girip fiatını, nasıl çalındığını sorarlar, onlar da açık olmadıklarını açılış izni alıp
Ondan sonra bir açılış günü belirleyip çevreye duyuracaklarını söylerler ve
Vitrine açılışla ilgili bir bildiri kâğıdı asarlar, kapıyı kilitleyip işlerine yeni
Başdan başlarlar, önce vitrindeki sazlara birer ad bulurlar fiyat belirlerler
Ve onu yazarlar, sonra arkadaki büyük odayı düzenlemeğe geçerler.
İşleri biraz toparlar eksiklerini belirler ve bir listeye yazarlar ve otururlar
“Öf be hem evimiz, hem dükkanımız, hem işimiz var. Bundan ötesi can
Sağlığı, bu kısa zamanda olan değişime ikisi de şaşırırlar, heyecanlıdırlar
Sıkıntılıdırlar, içinde bulunduğu koşullar onları hem sevindirir, hem korkutur.
Bir kaç gün sonra açış müsadesini alırlar ve açılış hazırlığını bitirirler ve açılış
Günü gelir çatar, açılışta kimler yok ki türkü gecelerine gelenler,
Tanımadıkları bir çok insan, kimle nasıl ilgileneceğini şaşırırlar, hele gelen sorular
Karşısında bir hayli bocalarlar ve o gün açlışta ellerinde ne varsa satılır
Şaşırır kalırlar, beklemedikleri bir ilgi, bir istek ısmarlanan sazlar,
kendilerinin bile adını bilmedikleri bir çok müzik aleti istenir,
ısmarlanır neyi nereden temin edeceklerini
Bilmezler, bilmedikleri, tanmadıkları istekleri kabul etmezler.
kalabalık dağıldıktan sonra dükkanın kapısını kapatıp arka odaya geçer bir
Durum değerlendirmesi yaparlar, neyi yapıp neyi yapmayacaklarına karar verirler.
“Dostum Sefil bu kadar ilgi bekliyor muydun? Bana açık düşüncelerini söyler misin?
Gazetecilerin, şık giyimli insanların, sanat severlerin velhasılı bütün insanların
Bu açılışta ve türkü gecelerinde gözleri hep üstümüzde, hele bir kişi vardı kiminle konuşsak
Kim soru sorsa hemen yanımızdaydı, aynı adam bizi dinlerken bile hep not alıyordu
Hatırlıyor musun.
Evet hatırlıyorum, Topalım, onun kim olduğu gün gibi açıkta, eğer yerine başkasını
Görevlendirmezlerse o bizi geldiğimiz günden beri izleyen en tanıdık yüz olacak.
Ona bazan çarşıya çıktığımda rastlıyorum.
muhakkak sivil polis. Ben de bu adam kim?
Neden hep karşımıza çıkıyor, diye düşünüyor ve sana belli etmemeye çalışıyordum.
Haklısın. Yarın bir gün kokusu çıkar, biz burada suç işlemiyoruz.
Herkesin okuduğu, Türkülerden biz de okuyoruz.
Eğer bu türküler yasaksa, biz bu Türküleri radyolarda, televizyonlarda niçin dinliyoruz?.
Eğer yasaksa, yasak olduğunu bildirsinler, sonra Türkünün yasağı olur mu? Türküyü
Yasaklayanlar, hayatı yasaklamıyor mu?
Türküler hayatın gerçeği değil mi?
Türkülere yasak koyanlar geçmişin, geleceğe yansımasını nasıl anlarlar, aklım almıyor.
Topal deli bize buralarda da dur durak yok dostum, öyle anlaşılıyor ki biz buradan da yolcuyuz.”
“Yapma canım ciğerim, kona göçe geldik buralara, buradanda mı sürülelim?
Gerçi sürülsek de Fark etmez. Tarihimiz sürgünlerle dolu, benim için hiç fark etmez. Yeter ki
Çoluk çocuğum yanımda olsunlar. Biliyorsun doğrudan, güzelden yana olanın başı beladan kurtulmaz.
Olsun olsun,  biz alışığız, o da öyle olsun der geçeriz, diyen dedelerimiz gibi  her şeyi kabullenemeyiz, sineye çekemeyiz.
Öyle bir davranış, bırak çocuklarımızı, gelecek kuşaklara, kendi kendimize bile          saygısızlıktır.
Sefilim güzel dostum, belki bu günkü konuşmalarımızı, çeşitli yönlere çekenler olacaktır.
Belki yarın bizi sorguya alabilirler, gölgesinden korkanlar bir düşün, ha gölgenden
Korkmuşsun ha düşünceden, oysa düşünmek insan olmaktır. Düşünmek yaşamaktır
Kimsenin insanlığına söz etmek istemiyorum amma o kadar
Sadece gösterişi, şekli insan olanlar var ki, üzülmemek elde değil.
Dur sana bir şiir okuyayım da bu hava dağılsın.

ÖNCE İNSAN OL
Dağlar vardır aşılmaz
Yollar vardır geçilmez
Ekin vardır biçilmez
Sular vardır içilmez
Herkes aynı yaratılışta
Benzer birbirine amma
Çağcıl
Çağ dışı bir anda seçilmez
Dağlar aşılır
Sular içilir
Ekin biçilir
Yollar geçilir
İnsanlar benzer birbirine
Yere bakan değilse
Hemen seçilir
Seçilir
Gülüm..
Değişimleri izle
Bilime sarıl
Mimar ol
Ressam ol
Mühendis ol
Doktor ol
Ol…….
Ol…….
Ol……..
Her şeyden önce
İnsan ol.
Kafanda yolculukların olsun
Güzel şeyler düşün
Güzellik üret
Yenilikten yana ol
Yaratıcılığın sürsün bir ömür
Güneşin doğuşunu, batışını
Ayakta karşıla
Gök kuşağını kovala
Yağmur sonrası buğuyu gör
Turna katarlarını izle
Demli muhabbetler dinle
Türkü söyle, dağlarda yankılansın
Uçurumları yok et
Sevdiğini korkmadan söyle
Nasıl baş kaldırmış ozan
Nasıl koşmuş peşinden sevdasının
Tutmuş umudun yakasından
Bırakmamış peşini tutkusunun
Tutku sevda olmalı
Sevdaysa yaşam
Aşkın adını koymalı
Koymalı insan…”
“Sağol dostum, Topalım ne güzel söz ettin
Sevda
Tutku
Aşk
Ve muhabbet
Bu kelimeleri ayrı ayrı düşündüğünde
Ve kavradığında,
Gönlün
Ömrün
Yaşamın
Zenginliğini düşündürüyor bana
Sen var ya sen, bitirici sözlerin ustasısın”
“Abartma Sefil. Bunları yarın düşünelim
Şimdi çok yorgunuz, ben gidip yatıyorum
Yarın görüşürüz, sana iyi geceler…”
“Sana da…”
Topalım, sana da…”
Ertesi gün kalkar  sabah kahvaltılarını yaparken, söze Topal deli başlar
“Sefilim ben yatarken biraz düşündüm, bundan sonra  saz ve tulum yapalım
Çünkü daha fazlasını yapamayız, zamanımız da kalmaz, bir de sahneye çıktığımızda
Herkesin her istediği parçayı söylemeyelim, biz kendi repertuvarımızın dışına çıkmayalım
Bir de yapacağımız işlerin her sabah listesini hazırlayalım ona göre çalışalım.”
“Tamam dostum Topalım sen nasıl istersen öyle olsun, ben tamamen sana katılıyorum.”
Biz buraya gelip giden insanların hiç birini iyi tanımıyoruz içlerinden samimi olanlarını
Tanımaya çalışalım.
Biliyorsun Topalım biz kısa zamanda, bu şehirde adından en çok sözü edilen insanlar
Olduk bu konu bizi şımartmasın, nerede nasıl oturup kalkacağımızı bilelim.
Hadi biz saz evine inelim,  inanıyorum ki bir çok insan açmamızı bekliyor.
Hemde bir çok insan bir kurs açmamızı istiyor, sen bu konuda ne düşünüyorsun.
Konuşa konuşa saz evini açarlar.
“Sefil sence bu kurs işi erken değil mi? Hemi bu kadar çok işi nasıl başarırız?
Bir düşünsene, her şey öyle söylendiği gibi kolay değil, nerede nasıl bir kurs olacak?
Öyle her iseyen kurs açabilir mi? Bunun müsaadesini almak lazım, bu konuyu sonra
Düşünürüz şimdi biz kaçanı kovalayalım. Önce şartlar oluşsun, şimdilik unutalım.
Halktan bir çok insan ziyaret ediyor oturup saz çalıyor söyleşiyoruz, yeni dostluklar
Yeni arkadaşlıklar ediniyoruz, biliyorsun bunlar az şey değil şimdi sen gelenlerle
Gidenlerle ilgilen. Ben artık yeni sazlar yapmaya başlayayım olur mu Sefil?”
“Olur olur Topalım hadi sana kolay gelsin.”
“Sana da kolay gelsin Sefilim sana da.”
Akşam olur sahne alırlar bu iki saf, saf olduğu kadar da doğal, içten Anadolu insanını
Çok severler. Ve bir organizatör, bu iki sanatçıyı duyup
İstanbul’dan kalkıp onları dinlemeye gelir, Anitta otelinde yerini ayırır.
Görevliye sorar “Bu şehirde eğlence yerleri yok mu?” deyince “Var beyim var, hemen ileride
Türkü bar var, amma Allah için çok güzel bir ikili çalıp söylüyorlar, bu günlerde herkes
Onlardan söz ediyor, sanarım sen de menmun olursun.”
“Bakalım,” der ve otelden Türkü bara gelir.
Vakit akşamın on’u gibidir.
Gördüklerine inanamaz salon tıklım tıklım dolu, sahnedeki ikili sanki kırk yıllık sahne
Ustası, çok güzel çok dolu bir program, “Allah Allah demek bu taşra kentinde bu kadar
Güzel bir ikili, hayret, gerçekten hayret, kim bunlar, eğitimleri ne?
Bu kadar dolu bir sunu, sunuş.. Ben bunca yıldır hiç bir zaman, böylesini görmedim
Tam benim istediğim gibi,  haklarında duyduklarım yalan değilmiş bu çok hoş demek ki,
Boşuna buraya gelmedik.”
Garsonu yanına çağırır “Bakar mısın, senin patronun kim? Rica etsem yanıma gelebilir mi?”
“Tamam efendim, emriniz olur,” Bu yabancının masa donatışı, siparişleri hiç oralıya benzemediği
İçin gözleri hep o yabancının üstündedir, biraz sonra patron Şekip bey gelip saygıyla misafiri
Selamlayarak oturmak için müsaade ister.
“Tabii buyurun efendim, oturun tanışalım,” diye aynı nezaketle, misafir ayağa kalkar, birlikte
El sıkışarak  karşı karşıya otururlar.
“Ben Şefik, bu işletmenin sahibiyim, hoş geldiniz.”
“Ben de İstanbul gazinocularından, Ağrılı Kemal.”
“Şeref verdiniz, menmun oldum efendim.”
“Ben de menmun oldum efendim, sizin gibi güzide insanları şehrimizde görmek
Gerçekten bizi çok menmun etti, bu ziyareti neye borçluyuz acaba Kemal bey?”
“Ben ülkemin her yanını çok seviyorum, amma buraya gelişimin nedeni
Sizin şu iki elamanın çok yetenekli olduğunu duydum, onları izlemek için
Ayaklarım gönlüm beni aldı buraya kadar getirdi. İyi ki de getirmiş. Bu taşra
Kentinde böyle bir güzellikle, böyle güzel sanatcılarla karşılaştığım için
Dünyanın en bahtiyar insanıyım, bundan emin olmanızı diliyorum ben çok
Sanatçı gördüm, dinledim, böylesine inan hiç rastlamadım, sizinle anlaşabilirsek
Buradaki bu dostluk yarınlaşacak, açıkcası ben bu ikiliyi sizden istiyorum.
Siz bu konuyu iyice düşünün ben onlarla da konuşacağım sakın gücenme.
Böylesi çok sesli güzellik buralarda sönüp gitmesin, buna senin de gönlün
Razı olmaz, çünkü bu değerleri sen yarattın, bu o kadar kolay bir şey değil.”
Şekip bey garsonları çağırır “Bakın bu masada ne eksikse getirin oğlum bakın buraya.”
“Sağ ol Şekip bey masada bir şey eksik değil eğer patronunuzun özel bir isteği varsa
başka onu getirin, şu andan sonra ben patronun misafiri değilim,
Amma patron benim misafirim.
Şimdi birazda bu tanışma faslından sonra, bu güzel ikiliyi izleyelim, onları izlemek
Bence bir ayrıcalık, bu insanlar o kadar doğal, o kadar içten, o kadar samimi ki
Sanki ben bu topraklarda yeni dünyaya geldim, türkülerde, şiirlerde söyleşilerde
Hareketlerde en ufak bir yapmacıklık yok, böylesi insanların, nesli tükenmek üzere
Şu sahne alanlardaki, Samimiyete bak. Seyirciyle bütünleşmişler.
Bu konumu sağlayan sahnedekiler,
Eğer onlar bu kadar samimi ve içten olmasalar, ne bu salon dolar,
Ne bu beraberlik oluşur bunu adınız gibi bilin Şefik bey.
Eğer sen razı olursan, ben bu ikiliyi alıp İstanbul’a götürmek istiyorum. çünkü benim
İstanbulda iki  Gazinom var, hemen yarın orada sahne alabilirler.
“Evet bu çok güzel bir teklif  de bu arkadaşlarımızın, burada bir de müzik aletleri yapıp
Sattıkları dükkanları var, artı bunların tüm çevresi burada yaşıyor, birinin ailesi
Köyünde. Bu arkadaşlarımız biraz da burada tedirgin, hemen hemen her hafta uyarı alıyorlar
Bundan ben de onlar da yorulduk. Onlar bu konuda ne diyecekler, yoksa biz üç aşağı beş
Yukarı anlaşırız.
Önce ben onlarla konuşayım, biz yarın sizinle otelde buluşuruz, bu konuyu enine boyuna
Konuşur bir karara varırız..   Şimdi beni çağırıryorlar bana şimdilik müsaade.”
“Tabii Şekip bey, siz buyurun işinize bakın, ben buradan ayrılmadan onlara bir merhaba
Demek isterim.”
“Elbette Kemal bey neden olmasın.
Teşekkür ederim.”
Akşam ki repertuvarını bitiren sanatçılar,  Kemal bey onları ayakta karşılar.
“Buyurun, biraz oturup konuşa bilir miyiz?”
“Tabii oturalım,” diye ikisi de onaylar ve Kemal beyin masasına otururlar. Hoş beşten sonra
Kemal bey “Konuyu bir kez de  ben size açayım, biraz önce, Şekip bey’le konuştuk ben sizleri
İstanbul’da benim kendi gazinomda  çalıştırmak istiyorum, sizler ne dersiniz? Biz
Şekip beyle nerdeyse hem fikir olduk.”
Topal deli “Eğer siz anlaştınızsa, bir de şartlar burdan
İyi ve güzelse neden olmasın. Sanırım siz daha bir kaç gün burdasınız, konuşur bir sonuca varırız.”

“Müsaade ederseniz beyim boğazımız kurudu birer yudum alalım, hadi şerefe, şerefe.”
Konuşmayı ertesi güne ertelerler, herkes dağılır yatmaya giderler.
“İyi geceler.”
“İyi geceler
Yarın buluşmak üzere…”
Yolda giderken Sefil söze başlar: “Biliyor musun Topal deli? Nereden bakarsak bakalım,
Köyden çıktığımızdan beri hemen hemen her şey bizim lehimize gelişti. Bana göre bu
Kemal beyin teklifi bize çok uygun.  Rahmetli dedem derdi ki “Boğulursan da büyük denizde
Boğul,” bu küçük şehirde böyle karşılandık, çok olumlu şeyler yaşadık, elbette orası daha
Büyük şehir. Oranın olanakları da farklıdır, dinleyicisi de farklıdır, ben buna inanıyorum.”
“Tamamda, öyle de gözüküyor. Benim için hava hoş, ben yalnız bir adamım, sen daha etraflıca
Düşünmelisin, yarın bu konuyu tekrar karşılıklı oturup konuşalım. Bir karara varırız.
Hakkımızda hayırlısı neyse o olsun, şimdi bu konuyu kapatıp güzel bir uyku çekelim.
Sabah ola hayır ola, iyi geceler.” “Sana da.”
Ertesi gün saat on gibi Şekip bey otele uğrar, Kemal beyi sorar. “Siz şöyle buyrun Şekip bey
Kemal bey şimdi iner.” Onlar konuşurken, “Aman efendim, Şekip bey siz burada mıydınız? Çok
Bekletmedim ya.” “Hayır efendim ben de daha yeni geldim. Sizi sorarken siz indiniz, hiç beklemedim.”
“Burada mı oturalım Şekip bey yoksa gidelim mi?”
“Bana kalısa Kemal bey gidelim, sizi sanatçılarımızın dükkanına götüreyim de siz onları biraz daha yakından tanıyın.”
“Tabii  buyrun gidelim dostum, bence düşünceniz çok makul, arkadaşlarımızı bir de kendi
Mekanlarında görelim, daha da yakından tanıma, anlama fırsatımız olur, onlarla konuşuruz.”
Otelden çıkar yanyana yürüyerek konuşa konuşa yürür giderler.
Biraz sonra saz evine varırlar, onların geldiğini gören, Sefil onları kapıda karşılar
“Buyrun efendim sizleri bu mekanda görmek ve sizleri burada ağırlamak bizim için bir şereftir.”
“Teşekkür ederim efendim, o sizin teveccühünüz. Biz de sizin gibi güzel sanatçıların mekanında Olmaktan çok mennunuz değil mi Şefik bey?”  “Öyle efendim, onlarla olmak bir ayrıcalıktır.”
“Aman efendim bizi mahçup ediyorsunuz, asıl biz teşekkür ederiz, hoş geldiniz.”
“Buyrun şöyle oturun,  biz burada yeniyiz inşallah hoş görürsünüz.
İçecek ne alırız, çay, kafe, ne arzu edersiniz.”
“Çay”
“Çay”
“Öyleyse dört çay söyleyip geliyorum, siz rahatınıza bakın.”
Biraz sonra çaylar gelir
Konu konuyu açar
Söz döner dolaşır tekrar İstanbul’a gitmemiz için konuşmalar başlar
Daha önce Sefil  bu konudaki kararı
Topal deliye bırakmıştı.
Topal deli de bazı konulardaki görüşlerini açıkladı.
Bu makul istekler yerine getirilirse kendilerinin bu teklife
Sıcak baktıklarını belirtip sözü, Şekip beye bıraktı.
Şekip bey Ben de bu teklife sıcak bakıyorum.
Benim de bazı isteklerim var. Eğer onlar yerine getirilirse
Niçin olmasın, istersen bu konuyu başbaşa konuşalım, Kemal bey.”
“Olur Şefik bey, sen nasıl istersen.
Dostlar bize müsaade. Ben biraz birlikte hem şehrimizi
Kemal beye tanıtayım hemi de bu konuları konuşalım
Biz sonra gene geliriz.
Şimdilik hoşca kalın. Ben sizin çalışmalarınızı hem yakından
İzlemek hem de, sizden çalışmalarınızla ilgili bilgi almak istiyorum.”
Onlar çıkar giderler.
“Gene bize yol göründü Topalım, hakkımızda hayırlısı neyse o olsun”
“Sefil hiç sıkma canını, belki de bizim için güzel ufuklar yeni açılıyor.
Benim hislerim öyle söyler gibi.” “İçimde bir coşku var.
Topalım biz gitmeden köye bir gitsek, evimi çocukları, bizim hanımı
Çok özledim.”
“Sen haklısın Sefil geleli epey zaman oldu, şu kararı bir netleştirelim.
Pazar günü gideriz.
Bir de benim aklıma, gelen inşallah başımıza gelmez.”
“Sen ne demek istiyorsun, daha açık konuşsana.”
“Bak arkadaşım eğer biz, göz hapsinde isek bizi şehir dışına çıkarmazlar.”
“Ne diyorsun sen öyle şey olur mu? Peki suçumuz ne?”
Onlar konuşurken iki sivil polis içeri girerler.
“İyi günler”
“İyi günler”
“Buyurun size nasıl yardımcı oluruz?
Şöyle buyurun oturun.”
“Sizleri ziyaretimizin amacı, bu şehri bizden izinsiz terkedemezsiniz.”
“Niçin beyler, siz kimsiniz?
Suçumuz ne?
Savcılık kararı, bir mahkeme kararı olmadan.”
“İşte size Savcılık Kararı.
Şurayı imzalayın.
İkinci bir emre kadar lütfen kentimizi terketmeyin.
İyi günler.”
Deyip çekip giderler.
Topalım senin bu sözleri ağzından mı aldılar
Şimdi bütün bunlar ne demek oluyor
Anlayana aşk olsun.”
“Benim saf kardeşim, daha anlamadın mı?
Seninle ben ekmeğimizin peşinde koşarken birileri de amirlerine yaranıp
Terfi etme peşinde, kimin umurunda senin dürüstlüğün, hem geçenlerde
Demiyor muydun, “Bu adam hep bizim peşimizde, ne istiyor bizden? İşte
Senden isteğinin ne olduğunu açıkladı, hem de Savcı’nın imzasıyla geldi.”
“Benim can kardeşim, sen hiç üzülme, sıkma canını bunlar da gelip geçecek.
Bizi neyle suçlayacaklar, ortada ne var? Hiç bir şey, bunların hepsi bir gözdağı.
Haddini bil çizmeyi aşma, bu gibi sorunlar, taşrada çok yaşanan şeyler.
Bu ve bunun gibi sorunları büyük şehirlerde yaşamazsın.
Çünkü küçük yerleşimlerde herkes birbirini gayet iyi tanır
Ve bunların içinden, bizim gibi düşünmeyenlerin, karşıtları
Uğraşacak fazla bir şey bulamadıkları, için durmadan kuyunu
Kazarlar, bu hep böyle gelmiş, böyle de gidiyor.
Amma bu böyle gitmemeli, değişen dünyada her şey değişiyor.
Biz de değişip yerimizi almalıyız Topalım.”
“Tabii almalıyız Sefil. Peki biz şimdi neyin kavgasını yapıyoruz?
Biz eskiyle yeninin, kavgasını verdiğimiz için birileri
Rahatsız. İşte bunlar bizi korkutursa, yıldırır sindirirse meydan
zaman onlara kalır. Onlar yıkıntı bülbüleri, rahat ötemedikleri
İçin  ondandır çığırtkanlıkları.
Sen hiç sıkma canını bunlar da gelip geçecek, biz, bu güne kadar
Neler yaşadık, neler gördük, diyceksin ki “Sen daha önce bunları
Yaşadın mı?” Hayır yaşamadım. Amma bütün boş zamanlarımda
Radyo, TV, haberlerini dinler ayrıca basını hep okur izlerim.
Bütün bunları aynen yaşamış gibi daha önceleri hissettim. Bugün bu gün
Bunları biliyorsam, metanetle karşılıyorsam, gayıptan haber almıyorum.
Üç aşağı beş yukarı, kimin ne yapacağını, kimin ne diyeceğini biliyorum.
Sana “Düşlerim masallarım”dan biraz okuyayım mı?”
“Elbette çok güzel olur, belki bu sitres’e  iyi gelir.”

DÜŞLERİM – MASALLARIM
Kızım
Yahut oğlum
Benim doğup büyüdüğüm köy
Bağlı olduğum şehir
Denizlere çok uzaktı
Yanındaydı dağların
Deniz gibiydi gökyüzü
Doğaysa cennetti
Yaşamsa o zamanlar
Daha kutsaldı
İnsanlar onurluydu
Gösterişsizdi
Ve daha sadeydi
Ben bütün bu güzelliklerden
Onlarca yıl uzak kaldım
Yaşamımın baharında
Göçerlik çaldı kapımı
Katıldım göç kervanına
Amma ben bütün
Bu güzelliklerin yaşandığı yerde
Başka şeyler de öğrendim
Korkuları
Kırılganlığı
Çekingenliği
Suskunluğu
Olgunluğu
Tepkisizliği de öğrendim.
Tam elli beş yıldır
Bunları madalya gibi yanımda taşıyorum
Bu yaşadığım ve örneklediğim yanlışlar
Ne bir kültürdü
Ne bir gelenekti
Düpe düz sindirilmenin
Bir parçasıydı
Oysa korkunun, ecele hiç bir faydası yoktu
Çünkü korkular aydınlatmazdı  dünyayı
İşte ben bu korkularla
Çıktım yola
Bu korkuların ne doğduğum Ülke’ye
Ne de yaşadığım memleketlere
Hiç bir faydası olmadı
Ne de doğru dürüst bir yaşam kurabildim.
Bu korkular her zaman kesti yolumu
Eğer bilerek veya bilmeyerek
Öğrettimse bu korkuları size
Unutun silin belleğinizden
Beni de bağışlayın
Bilirsiniz özür dilemek bir erdemdir.
Sizden özür diliyorum.
Kızım
Yahut oğlum
Dinleyeceklerinizi seçin
Daha çok okuyarak öğrenin
Dini de öğrenin
Daha çok toplumsal
Sosyal yanlarına bağlı kalın
Birleştirici kültürel yanlarını öğrenin
Herkesin de sizin gibi insan olduğunu unutmayın
Daha çok insanı sevin
Doğrulara bağlı kalın
Vicdanınızın ve yüreğinizin
Sesini dinleyerek verin
Verdiğiniz bütün kararları
Şunu unutmamanızı isterim
Doğrular bazan ayrıntıda gizlidir.
Geçen yıl  yıllık izinimi
Ülkemde geçirdim
Sanki o gökyüzü aynı gökyüzü değildi
irili ufaklı dereler
Koyaklar
Tepeler ve dağlar
Kendine benzemiyordu sanki
Her gördüğüm nesne
Her gördüğüm çehre
Beni yargılıyordu
Sanki ben kendime benzemiyordum
güzelim köy geleneksel yapısının bile gerisindeydi
Evler ören
Yollarsa patikaya dönüşmüştü
Ne iç mimaride, ne dış görünümde
Ne bir gelişme, ne bir silkinme vardı
Hiç bir artı değer yoktu ortada
Köyün ilkokulu bile kapanmıştı
Aşklar
Coşkular
Sevgiler
Muhabbetler
Hiç yaşanmamış gibiydi
Sanki sadece adı vardı bunların
Umutsuzluk akıyordu yaşlıların yüzünden
Mutsuzluk, göz yaşları vardı
Çocukların gözlerinde
Döndüğümde herkesi daha mutlu bulacağımı sanıyordum
Şimdi bin pişmanım, onları bırakıp gittiğime.
Paralılar
Mevki sahipleri
Eğer bir yere gideceklerse
Bir şeyler alacaklarsa
Ne sıraya girer
Ne kuyruk beklerler
Hep önüne geçerler birilerinin
Zamanını çalarlar
Yanlarından geçerken onları küçümserler
Onur adına onur kırarlar
Ve ne kadar çok acıdır ki
Ne bir hayır diyen çıkar içlerinden
Ne de bağıran
Herkes suspustur
Suçluya değil de, yere bakarlar
İşte ondandır yüreğimin kanayışı
Gökyüzü maviliğinin
Kayboluşu ondandır.
Seslerin bile rengi başkalaşmış
Yüzler solmuş
Kırılmıştı bütün aynalar
Kimin ne dediği duyuluyor
Ne de anlaşılıyordu.
Bu tablo bir hançer gibi
Yakıyordu gözlerimi
Gördüğüm her şey içimi kanatıyordu
Işığını yitirmişti gözlerim
Sanki yollar kayıptı
Her şeyi perdelemişti
Siyah bir duman.
Birdenbire yaşlanmıştım
Sanki her şeyi kabullenmiştim
Yenilgiyi
Acemiliği
Cahilliği
Geri kalmışlığı
Gereği kalmamıştı boş yere gururlanmanın
Yaraları gizlemenin
Sanki kapatılmıştım bir hücreye
Kendi vicdanımda tutukluydum.
Bu kadar kolay mıydı her şeyi kabullenmek?
Peki yok muydu benim ideallerim?
Tümüyle mi yitirmiştim direnme gücümü?
Ne yapmıştım elli beş yıl
Toplumum adına, kendi adıma?
Dilimi
Dudaklarımı
Yakıyordu sorular.
Ben de herkes gibi elimde olanla
Yetinmeyi öğrenmiştim.
Bozukları tamir etmiş
Yırtıkları yamamış
Eskileri yenilemeyi düşünmemiştim.
Yeni bir arayış hiç gelmemişti aklıma
Ne yönlerdirenim
Ne yol gösterenim
Ne de çevremde etkilenebileceğim
Birileri vardı.
Ben ya bunları birilerinin
Bir gün gelip düzelteceğini
Ve
Ağaçsız parklarda kuş bekledim
Çiçeksiz bahçelerde arı.
Akarsular öyle aktı ben baktım
Olanca yeşil de kurudu.
Hemi ormanı doğradım
Hemi yağmur bulutları aradım gökyüzünde.
Ellerimi havaya açarak yağmur duasına çıktım.
Ben her zaman bekledim
Ne bir çaba harcadım
Ne de emek verdim.
Ben şu küçücük dünyamda
Ne köyler, ne şehirler kurdum
Ve birileri benim o küçücük
Çocuk dünyama benden habersiz daldılar
“Ne terbiyeli çocuk
Ne uslu çocuk,” dediler
Ben gençken, “Ne olgun genç,” dediler
Ve ben şimdi yaşlandım
Şimdi de “Ne sakin insan,
Ne hoş görülü insan
Döv söv eline al.”
İşte görüyorsunuz
Terbiye
Hoş görü
Olgunluk derken
Ne hale gelmişim.
Ne yaralar açılmiş yüreğimde
Mümkün mü ur tutmuş yaraları kapatmak
Siz evet demeden düşünün.
Kendi kendinize düşündüklerinizi
Yüksek sesle sorun.
Biliyorsunuz en önemli an
Yaranın açıldığı andır.
Yanılgılar da yaralar insanı
Gelir geçer diye,
Geç kaldım diye ertelemeyin
Düzeltmeye başlayın bir yerlerinden
Gizlerin fındık kurdu gibi
İçinizi kemirmesine izin vermeyin
Gerektiğinde bağırın.
En azından rahatlarsınız
Yıkılmaz sandığınız o duvarlara
Duymaz sandığınız o kulaklara
Bağırın
yarayı açanları uyarın
Kapanmayacak yaraysa eğer
Açık kalsın
Kimse sizin hiç bir şeyin farkında
Olmadığınızı sanmasın.
Yürüyün üstüne
Kafanızın yatmadıklarını tartışın.
Kimseyi kıskanmayın
Ne de kimse sizi kıskansın
Daha güzel bir yaşam için
Birbirinizi kıskandırın
Arayışlarınız bitmesin
Diplomat tebesümüne kanmayın
Korkularınızı ve sorunlarınızı yenmek için okuyun
Okumadan düşünmenin
Düşünce üretmenin
Mümkün olmayacağını
Öğrenin ve herkese öğretin.”

Kemal beyle, Şekip bey gelmişlerdir.
Topal delinin okuduğunu görünce
Sessizce girip otururlar, söz bitince de alkışlarlar.
“Hüseyin Anadolu! Bu okuduğun harika bir eser. Biraz bahseder misin?”
“Elbette bu okuduğum
“Hayallerim- Düşlerim” adlı bir öykü şiirden..
Sizler çıkınca
İki sivil geldi, biz Emniyet’teniz
Şurayı imzalayın, sakın
Bizden izinsiz
Şehri de terk etmeyin, deyip gittiler.”
“Allah Allah verin bir bakayım şu kâğıtta ne yazıyor?”
Sefil kâğıdı uzatır
Kemal bey kâğıdı okur.
“Tarafımızdan araştırılmaktasınız
Bizden haber gelene kadar şehri terk etmeyin.
Sorularıma  doğru cevap verirseniz çok sevinirim.
Daha önce her hangi bir soruşturmanız oldu mu?”
“Hayır.”
“Her hangi bir  siyasi bir cezanız var mı?”
“Hayır.”
“Öyleyse hakınızda bir şikayet vardır.
Sizi veya Şekip beyi çekemeyen biri bir beyanda bulunmuştur
Onlar da araştırmak zorunda kalmış olabilirler.”
“Kim?”
“Niye
Bizi şikayet etsin ki
Kemal bey… Ne benim,
Ne de sanatçılarımın en ufak bir takıntısı yok ki.
Neyse biz bütün bunları geçici bir süre unutup
Alabalık yemeye Sağmaca’ya gidelim, yol üstü bizim aşcı
Veli’ yi alalım o bize güzel bir piknik sofrası hazırlasın.
Ha bir de Yadigâr öğretmeni’mi unutmayalım onun o hoş
Sohbetini de özledim. Hem de Kemal beyle tanıştıralım.
Yalnız bize bir engel çıkarmamaları için Savcılığa uğrayıp
Gittiğimiz yeri bildirelim, dönüşte de bu konuyu çözeriz.”
Şekip bey siz hiç üzülmeyin, bence hiç önemli bir konu değil.
Giderken, Savcı bey’e bir merhaba deriz, biz dönene kadar, bu konu çözülür.
Siz hazırlıklarınızı yapın gidelim nereye gideceksek.”
Hazırlıklar biter, yol üstü Savcı bey’e uğrarlar.
Kemal bey kendisini tanıtır, Savcı bey’e kartını bırakır.
“Savcı bey, biz Sağmacaya balık yemeye gidiyoruz, size
araba göderelim, mesai sonrası, sizi aldırtalım.”
“Niçin olmasın Şefik bey. Araba göndermenize gerek yok.
Ben oraları biliyorum, siz zahmet etmeyin ben gelirim.”
Ayrılırlar.
“Hiç hesapta olmayan Savcı da olacağına göre
Kasaba uğramalıyız Kemal bey,” “Siz bilirsiniz Şekip bey.”
Hazırlıklar biter. Sağmaca’ya varırlar.
Balıklar alınır, masalar hazırlanır, ızgara hazır mangal yakılır.
Balık tesisi ve etraf dolaşılır oranın tarihçesi anlatılır, sohbet
Sohbeti açar, konular derinleşir ve masaya otururlar, etrafa mangalın
Kokusu yayılır. Onlar gibi orada sekiz masa daha vardır. Gittikçe
Söz sohbet koyulaşır. Sazlar kılıfından çıkarken Savcı bey de gelir.
Hoş beşten sonra Sefil’in sesi yankılanır. Ağaçları kucaklar,
Tepelere çarpar, kuş sesleriyle doğayla bütünleşir.

“Allı turnam ne gezersin havada
Kanadım kırıldı kaldım yuvada
Ah gülüm gülüm, kırıldı belim
Tutmuyor elim,Turnalar hey.

Allı Turnam bizim el’e varırsan
Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle
Eğer bizi sual eden olursa
Gözü yaşlı, boynu bükük, benzi soluk yar söyle

Ah gülüm gülüm, kırıldı belim
Tutmuyor elim, Turnalar hey.

Bu muhabbet uzadıça uzar, söz döner dolaşır, Niçin şehir dışına çıkmaları
Yasaklanır, bu soruyu sorması için Kemal bey’e bırakırlar. Kemal bey
Söze, önce  ona getirdiği selamla başlar.
“Sayın Savcı bey size, sayın  İstanbul vali’mizin selamını getirdim, size çok
Selamları var, sizi çok özlediğini söylüyor, sayın valim sizden iyi olmasın
Samimi, babacan, değerli bir insan, bizim de ara sıra, işten fırsat bulduğumuzda
Bir araya gelebiliyoruz.
Sağ olsunlar benim okul yıllarımdan en sevdiğim arkadaşımdır. Ben de onu
Gerçekten çok özledim, buraya gelmeden biraz önce aradı, konuştuk kulaklarını çınlattık.
Çok iyi dostmuşsunuz,Vali bey ikimizin de ortak dostu, Bu güzel dostluğun, beraberliğin
Tanışıklığın şerefine, hoş geldiniz.”

“Şimdi ben bu iki sanatçı dostumuzdan biraz bahsetmek istiyorum, ben sizleri daha önce izledim
Gerçekten çok sevdim, çok yetenekliler, bunlar burada, kısa bir zaman sonra unutulur, unutulmasa da
Bu günkü gördüğü ilgiyi görmeleri imkansız, burası küçücük bir yer bu halkın ne kadarı bu tür
Sanatsal etkinliklere alışık? Alışık olanlar da, hep aynı şeyleri duymaktan, dinlemekten
Kısa bir zaman sonra, kanıksar usanır, ara verir, işletmeci arkadaşımız, yeni müşteriler
Bulmakta zorlanır, duyduğuma göre Kemal bey siz bu arkadaşları götürmek için
Gelmişsiniz, buna çok sevindim, hem onlar adına, hem sizin adınıza.” “Aman sayın savcım siz
Bunları nereden biliyorsunuz?”
“Bakın Kemal bey, burası küçük bir yerleşim, şehrin bu başında bağır, o başındakiler duyarlar.
Ayrıca bugün size bu şehri  bizden izinsiz, terk etmeyin, diye gelenlerden de haberdarım.
Bu tebligatı niçin aldığınızı da size söyleyeyim mi?
Topal deli,  “Çok seviniriz sayın savcım, suçumuz ne?”
“Suçunuz oldukça çok ve ağır.”
Bu söz üzerine, herkes birbirine bakar.
Savcı bey ekler.
“Sen türbanla ilgili bir şiir okumuşsun, Hüseyin Anadolu.”
“Evet ben öyle bir şiir okudum amma suçlanacak, soruşturacak bir yanı yok Savcı bey!” “
“Sana göre öyle, amma burası küçük bir yerleşim olduğu için
Karşıt görüşlüler, hemen birbirini ihbar ederler, sizi de bu şiirden dolayı
Şikayet ettiler, amma ben işleme koymadım, amma size uyarı gönderdim.
Eğer yenilerini yazar ve okursanız, sizi sokak ortasında döverler, ben zaten bu konuyu
Şekip bey, Mahmut bey ve seni Hüseyin bey, çağırtıp konuşacaktım.
Sizi şimdiden kutluyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum.
Bildiğim kadarıyla Kemal bey size güzel bir ortam hazırlamış, başarılı olacağınızdan eminim
Kemal bey!”
“Size de hayırlı olsun, başarılar diliyorum.
Bir de son olarak şu şikayet unsuru şiir’i bir oku da, hep birlikte dinleyelim.

“Emrin olur sayın savcım, bir de bur da okuyalım da, suçumuz ikiye katlansın.”
Gülüşürler, kadeh kaldırırlar, bu arada, Topal deli Şiir’i bulur okumaya hazırdır.

İNANAMAZSIN
Bak da gör
Diyor bana
Duyularım
Duygularım
Sezilerim
Nasıl akar
Kor olur yakar
Nereye koşar
Kime nasıl bakar
eski kulağı kesik
Hem karşı çıkar
Hemi de her gün
Doğum günü kutlar
Soru soran gördü mü
Sakalını sıvazlar
Sofralarında bir kuş sütü eksik
Ah can!
Nerede o eski mertlikler
Yerinde yeller esiyor
Kör oğluyla birlikte
Geçip gitmiş
Bunun adı da özgürlük
Yeni yaşam
Evine girerler bilemezsin
Ve hatta
Gönlüne
Kalbine
Akarlar göremezsin
Onlar iki yüzlüdür
Anında onları çözemezsin
Bizim Türkümüzü söylerler
Bizim gibi, inanamazsın
Bizim şiirlerimizi okurlar
Bizim gibi, uyanamazsın
Anamın yemenisi
Şimdi Türban
Yarın burka
Öbür gün ne?
Sokaklarda
Sarıklılar
Sırıklılar
Bir bir yıkılırken
Cumhuriyetin kazanımları
Takılmış dişlisine çarkın
Üğütülürken
Ulusal kültür
Onlar suyu koymuşlar arka
Ekonomi cepte
Mühür elde Süleyman
Kör oğlu da yok ki
Kafa tutsun
Ayvazın sesi yankılanır
Çamlıbel’de
Kimseler duymaz
Bu gözler uyumaz
Ay bacayı dolanır
Kim çağdaş
Kim çağcıl
Kim yoldaş
Kim bağcıl
Kim sencil
Kim bencil
Kim öncül
Ara, araştır
Bul, bula bilirsen…”
Savcı  “Kemal bey!
Ne yazık ki
Biz Cumhuriyet savcılarına
Cumhriyetin savunucuları
Hakkında suç duyurusu yapabiliyorlar
Bizler hiç bir şey yapamıyoruz.
Ülkemizin bir çok ilinde, ilçesinde olaylar yaratıp
Komünistler, Aleviler,  dinsizler
Mesela burada, Çorum’da
Alaaddin Camii’ni yakıyorlar, diye yaygara yaptılar
Biliyorsunuz bu Cami o zaman daha inşaat halindeydi.
Vatandaşlarımızı birbirine düşürüp yüzlerce can almışlardır.
Bugüne kadar her İktidar, birbirinin yanlışını kapata, kapata geldiler.
Bir çok olayın seyircisi olduk, yüreğimiz burkula burkula cenazelere katıldık
Her yanlışın veya cinayetin peşinden, bu olayın suçluları muhakkak bulunup
Adalete teslim edilecektir, diye millet’e yalan Nutuklar çektik, oysa o cinayeti
İşleyenler, cenaze törenindeydi.
Ben sizi çok sıktım, moralinizi bozdum, ben sizin izin kâğıtlarınızı da hazırladım.
Onları size vereyim de, biraz daha Türkü dinleyelim, son olarak siz doğru bildiğinizi
Her yerde her zaman söyleyin, bizim yürekli savunuculara her zaman ihtiyacımız var.
Söz yerini müziğe bırakır, ikili konuşmalar, yemeler, içmeler, Konudan konuya geçmeler
Akşamın geç saatlerine kadar  sürer.
Kemal bey, “Sayın savcım, bu suç biraz  da bizim değil mi?
Bu işi yapanları halk bilmiyor mu?
Bunların görevi sadece cenaze törenlerine katılmak mı?
Niçin kabına çekilip, susuyor? Sıranın bir gün kendine geleceğini bilmiyor mu?
Biraz da bu cumhuriyet karşıtlarının, susarak işini bizler kolaylaştırmıyor muyuz?
Savcı bey       “Kemal bey siz haklısınız da, şöyle bir bakın vurulan Gazeteciler
Bilim adamları soruşturmasına, bir yere kadar sürüyor, ondan sonra tıkanıyor.
Bu da insanların gözünü korkutuyor. Tutuklanıp çıkanlar, insan öldürenler
Yani katiller, Kahraman gibi karşılanıyor. Türkiye seninle gurur duyuyor,
Sıloganlarıyla karşılanıyor, bu katillerin ve savunucularının hakkında bir işlem
Yapılabiliyor mu? Hayır, peki bunların birileri tarafından korunduğu açık değil’mi?
O da sizin sorununuz, sivil toplum örgütleri kurarak, Mücadeleyi daha geniş bir alana
Yayacak olan sizsiniz, bütün bildiklerinizi, yetkililere kişi olarak değil bir sivil toplum
Örğütü olarak niçin yazılı bir dilekçeyle, bildirmiyorsunuz, hiç bir şey için geç değildir.
Bu günden yarına ertelemek geç olabilir.
Artık kalkalım zaman bir hayli geç oldu.
Şekip bey “Tabii efendim, haklısınız, kalkalım, bu arkadaşlar bu köylü. Bugün yarın

OKUMAYA KARAR VERDİK

– Oğlum ve gelimin Nişanına-

Ömür denen kısa yolda
Gözümüz yok sagda solda
Aile denen bir okulda
Okumaya karar verdik.

Başlangıç yüzük töreni
Bekleriz dostu yareni
Tanrı güldürür seveni
Kavuşmaya karar verdik.

İstemeyiz dünya malı
Biz kırmayız yeşil dalı
Yuvamıza kilim halı
Dokumaya karar verdik

Sofra serin yensin aşlar
Yol bittiği yerde başlar
Sıra sizde arkadaşlar
Evlenmeye karar verdik.

Hüseyin  Uçar