Skip to content

TOPAL DELİ – İkinci bölüm

Muhtar ve Topal deli
Şekip beyden ayrılınca
Doğru köyün yolunu tutarlar.
Birbirine hiç bir şey demeden
Köyün minibüsüne binerler
Muhtar topal deliden daha heyecanlıdır
Daha coşkuludur
İçi içine sığmaz
Bayram heyecanı taşıyan çocuk gibidir,
Oysa Topal Deli
Düşünceli,
Hüzünlü
Sorgulayan gözlerle
Bakar etrafına
Etrafındakileri
Dünü
Bu günü
Ve yeni bir yaşama doğru
Yeni bir dünyaya doğru
Yola çıkarken
Sıkıntılar içindedir.
“Ya başaramazsam
Ya o yeni ortamı kaldıramazsam”
Diye kendi kendine söylenir durur.
Eve varınca
“Başarının Sırları” adlı kitabı alır eline
Çekilir köşesine
Kitabı bir daha okur
Önemli konumları
Önemli uygulamalı paragrafları
Ve uyumu
Uyumsuzluğun bulunduğu bölümlerin
Bir bir Altını çizer
Tekrar tekrar okur
Baskıyı
Heyecanı
Yenmenin yollarını arar.
Konuşmacımız kim olmalı?
Sefil mi, ben mi ?
Elbette sefil olmalı
Ben ondan tecrübesizim
askerde o kadar kalabalığa
Türkü söylemiş
güzel sesi
güzel muhabbetiyle
Herkesin saydığı
Sevdiği birisi olmuş
Bu az şey değil
muhabbete aç olan duyguyla çıktı mı sahneye
Tozunu attırır alim Allah
Ona uğramalıyım
Olup biteni bir bir anlatmalıyım
Ona “Bu konudan kimseye söz etme,” desem
Bu aşamadan sonra muhtarı susturmak olanaksız
şimdi köyün alt başında minibüsten iner inmez
Kendi evine varana kadar her önüne gelene
Bu konuyu ballandıra ballandıra anlatır
geveze adamı susturmak kolay değil.
“N’oldu Karadenizde gemilerin mi battı topal?
Bu kadar suskunluk niye?
Tamam anladık heyecanlısın
Elini yüzünü yıkaymazken
Başımıza sanatçı oldun üstelik
Zil takıp oynayacağına
Dokunsam ağlayacak gibisin.”
“Evet Muhtarım, bu benim için
Büyük bir olay
Belki bütün yöre basını bundan sonra bizden bahsedecek
Şimdiden o anı yaşar gibiyim
Sen benim yerimde olsan ne yaparsın?
Yeni bir çevre,
Yeni bir şehir
Herkesin gözü kulagı sende
O ortamı yaşamak,
O havayı kaldırmak kolay mı sanıyorsun?
Muhtarım bu güne dek elime hiç mikrofon almamışım
Bir topluluğa seslenmemişim
Korkum ondandır.”
“Bana bak Topal deli
Yarın öbür gün köylüyü toplarım
kalabalığa konser verirsin”
Eğer “Onlar alışık olduğum adamlar,” dersen
Kıyı köylerin halkını da toplarım
Bir iki akşam kendini alıştırırsın
Sana sahne kültürünü bu köyde yaşatırım
Hem de kaç gün istersen
Bana güven Topal deli
Bana güven.
Köylünün işten gelince zaten gidecek yeri yok
Sen de böylece heyecanını yenersin”
“Çok sağol muhtarım, sen bir tanesin.
Bu çok güzel bir düşünce
Ben sana boşuna dostum dememişim
Sen benim imdadıma her zaman yetişirsin.”
“Yahu Topal deli sen beni yeni tanır gibi konuşuyorsun
Bu güne kadar sen ne dedin de yapmadım?
Kaç zamandır senin için koşturmuyor muyum?”
İşte sen gördün muhtarın kimleri tanıyor
Bundan sonrada göreceksin ne işler yapacak…
Ayrıca seni sahnelere alıştırana kadar hiç
Yalnız bırakmayacağım.
Bu konuda Şekip bey de yardımcı olur.”
“Tamam da muhtar benim senden bir isteğim daha olacak
Sakın bu konuyu bir kaç gün kimseye söyleme
Yoksa ona buna laf yetiştirmek zorunda kalırız
Ve kendi yapacağımız işi yapamayız
Yalnız bir kaç gün muhtarım, aman sen bilirsin
Ortalığı velveleye vermeyelim.”
“Hadi ordan deli deyyus, bana akıl vermeye kalkma
Ben ne yapacağımı gayet iyi biliyorum
Şimdi sen git Sefili bul, olanı biteni anlat.
O da hazırlığa başlasın.
Böylesi fırsat insanın eline kırk yılda bir geçer.
Bunu çok iyi değerlendirmeliyiz
Başınıza devlet kuşu kondu sevinin
Gülün oynan, sade sizin değil
Bu köyümüzün de şansı açılmaya başladı.
Çok kısa zamanda bu köyün adını bütün
Türkiye duyacak.
Belki Televizyoncular bile gelip
Bu köyü filme alırlar.”
“Hadi oradan muhtar sende abartıkça abarttın.”
“Bak sen kısa zaman sonra görürsün. “Muhtarım bütün söylediklerin
Dogruymuş,” diyeceksin.”
“Bir duyan olsa sana güler muhtar
Yağmur yağmadan sele gitme,
Hayal görme. Önce bizi tanısınlar
Ondan sonra gerisi belki gelir.
Elbette biz bu köyün tanınması
Ve kalkınması için elimizden geleni yaparız.
Sonra ben istemez miyim bu köye bir ortaokul,
Bir sağlık ocağı, bir kütüphane, bir kültür evi açılsın.
Gelişmeler zaten geleceklerin göstergesidir.
Bütün bunları zamanı gelince düşünürüz.
Şimdi bu boş lafları bırakıp işimize bakalım.
Hadi hoşçakal muhtarım sonra görüşürüz.”
“Senin sayende, belki bu köyün, bu köylünün
Kaderi değişecek, sen gençlerimize iyi bir örneksin.
Güle güle topal Deli güle güle.”
İki gün sonra karanlık kavuşurken
Köy bekçisi seslenir.
“Topal deli emmi, Topal deli emmi!
Köylü bu akşam köy okulunun bahçesine toplanacak
Muhtar seni çağırıyor aman geç kalmasın
Hazırlansın, Sefili de alıp gelsin
Çalıp söyleyip eğleneceğiz dedi
Aman gözünü seveyim Topal deli emmi
Geç kalma, yoksa muhtar beni gene
Buraya göndermesin, unutma olur mu?”
“Olur, olur sen git selam söyle. Ben birazdan
Sefili de alır gelirim.
Güle güle…
……
Biz vardığımızda, köylüler okulun bahçesinde toplanmışlardı
Sınıflardaki bütün sıraları dışarı çıkarıp
Bahçeye dizmişler, köy halkı yerlerini almıştı
Aralarında konuşuyorlar, “Yahu bu muhtar bizi
Buraya niye topladı,”
Hiç böyle toplantılara alışık
Olmayan köylüler merakla olacakları bekliyordu
Bizi uzaktan görenler olacakları anladılar ki
Bizi alkışlamaya başladılar.
Bizler de, bize ayrılan bölümde yerimizi aldık.
Muhtar, ben, Topal deli yanyana sandalyalarda
Oturduk, sessizliğin başlamasını bekliyorduk.
Muhtar ellerini kaldırıp susun işareti yaparak
Ayağa kalktı.
“Sevgili komşular!
Bu akşam sizleri buraya niye topladım
Bu konuyu uzun uzun konuşacağız
Bu gün hepimiz için çok önemli bir gün
Hepimizin yakından tanıdığı bu yetenekli
Komşularımız, yarın durunca bir güne
Yani öbür gün şehirde sahne alacaklar
Bu güzel ikili, bu iki güzel insan
Hepimizin gururu olacaklar
Bu ikilinin grubunun adı (SES)
SES öbür gün Türkü barda
Türküler söyleyip şiirler okuyacaklar
Bir de Danimarka’dan  izine gelen
Haydar Uçar (Yani Kara Haydar)
Bize gurbet anılarını, Özlemi,
Hasreti anlatacak.
Bende kendilerinden rica ettim
Neden önce bize değil
Alkışlar… alkışlar…
Sağ olsun onlar da beni kırmadılar
Siz çalışkan köylülerimle
Günün yorgunluğunu
Hep beraber birlikte atacağız
Şimdi söz SES’te”
Alkışlar… alkışlar..

Topal deli
“Sağolun, varolun sevgili komşular
Alkışlayan elleriniz dert görmesin
Dostlarım, bunca yıl birlikte
Ekmek yedik su içtik
Aynı havayı, aynı çevreyi
Aynı sevinci, aynı acıyı paylaştık
Muhtarımızın da dediği gibi
Artık bize yol göründü
Sizden bizi gönül rahatlığı ile
Yola vurmanızı, hayır dualarınızı bekliyoruz.
Bu akşam biz burada birlikte eğlenip
Hoşca vakit geçireceğiz, bir kusurumuz  olursa
Bizi hoş görün dostlar.”
Dokunur tellerine sazın
Ortalığı inileyen tellerin çıkardığı bir müzik sesi
Bir hüzün , bir duygu seli kaplar
Doğal bir ses, doğal bir ortamda
Canlı canlı, dalga dalga
Türkü sesi gökyüzünü
Düvenci ovasını, Kuşsaray kalesini kucaklar.
Peşi peşine okunan türküler, şiirler
Coşturur hüzünlendirir herkesi
Herkes kendi anılarında yolculuğuna çıkar
Yol gözleyen hasret çekenler ağlar
Hiç kimse farkında değildir karanlığın
Yıldızların, ayrılığın yokluğun
Sanki bütün köylü bir arada
Bu güne kadar belki de böyle güzel
Bir birliktelik yaşamamıştı
Düşüne biliyor musun bebeler bile ağlamıyordu
Bu güzel Temmuz akşamında
Yıldızlarla kucak kucağaydık
Kiç kimse varamadı farkına zamanın
“Söz sende Haydar Uçar.”
“Ne konuşacağımı yazmadım
Ne de  düşündüm, içimden geldiği gibi konuşacağım.
Sevgili dostlar, Can ciğer köylülerim! Sizler
Benim  sevdiğim dostlarımsınız, insanları
Yurdundan yuvasından, neler ayırır sizler de
En az benim kadar biliyorsunuz,
Amma bunu yaşayarak öğrenmek çok farklı.
İnsanları yurdundan
Ya savaşlar
Ya ekonomik nedenler
Ya gençlik heycanı
Ya da yeni arayışlar,
İnsanın söylemeye bile dili varmıyor amma
Bir de ilkel kan davaları, ayırır dostlarından, sevdiklerinden.
Bildiğiniz gibi geçim derdi, yoksulluk ayırdı bizi birbirimizden
Bir ozanımızın dediği gibi
Biz de köyümüzü bıraktığımız gibi bulamadık
Herkes bir yere dağılmış, yarın Sefil’le, Topal deli de gidiyor.
Garipse kayıp.
Ne diyordu ozanımız Ali Kızıltuğ.

“Bir ev burda bir ev karşıda kalmış
Sorun hele bizim komşular n’olmuş
Bir asırlık çınar kurumuş kalmış
Bizim köye benzemiyor gel hele
Gel hele de kömür gözlüm gel hele.”

İşte ozan bir roman’a sığmayacak koca bir konuyu
Bir çırpıda ne güzel bir dörtlükle anlatmış
Doğup büyüdüğüm bu köyden, yaşadığım bu topraklardan
Kültürel birikimimle ayrıldım, insan yaşamının, iç buran
Tüyler ürperten,yürek yakan, hüzün bulutlarına dönüşen
Duygu bulutları altında, ıslana ıslana geldik bu günlere.
Yaban ellerde özlemle, hasretle, dönemeyeceğimizi bilerek
Dönecekmiş gibi yaşamak, oldukça zor dostlarım oldukça zor.
Sonra bu yaşamı yaşamayanlara anlatmak olanaklı mı
Elbette olanaklı değil, bu yaşamı bütün dünyası , bir köyden
Bir kasabadan oluşan insanlara anlatamazsın, onların o küçücük
Dünyalarında bize yer açmaları mümkün mü? Elbette hayır.
Bunun adı bence bir göçmen için ikili yalnızlıktır, yeni
Yurtlara, yeni komşulara, yeni yüzlere, yeni bir lisan’a,
Yeni kültüre, yeni bir coğrafyaya alışmak kolay mı? bütün bunları,
Bu yenilikleri kısa zamanda özümsemek, onunla bütünleşmek
Olanaklı mı? Onları anlamadan, tanımadan, gel deyince peşlerinden yürümek
Bütün bunları, anlamak, aşmak, hele hele belli yaştan sonra çok zor dostlarım.
Çoğu zaman karşındaki konuşurken, sen doğduğun topraklarda
Gençlik, çocukluk arkadaşlarınla kolkolasındır, eğer seni o rüyadan
Uyandıran olursa ağız dolusu sövmek gelir içinden, bir türlü alışamazsın.
Çünkü bedeninle yaban elde, ruhunla yurdundasın, zor da olsa
Bu yaşama, alışmak zorundasındır, yaşadığın ülke ve ülke insanlarına
Kulaklarını tıkayamazsın, hepimiz biliyoruz ki göç bir tarihi olgudur.
Giderken biraz para kazanayım, şartlar olgunlaşsın dönerim, diye
Gidilir, amma dönemezsin, çünkü dönüş ateşten bir gömlektir, o
Gömleği giymek kolay değildir.
Bunu tarih hep böyle yazdı, bizler de böyle öğrendik, işte biz
Bütün bunları  bildiğimiz halde, dönme hayaliyle yaşıyoruz.
Sizleri çok üzdüğümü biliyorum, beni bağışlayın.
Ben de yarın aranızdan ayrılıyorum, hakınızı helal edin, hayır duanızı
Üstümüzden eksik etmeyin,” diyerek kalkar karanlığa karışır, evine
Doğru yol alır, karma karışık düşler içindedir.
……
Gece yarısını çoktan geçmiştir
Topal deli
“Can dostlarım
Sevgili komşularım!
Sizlere doyum olmuyor, gece yarısını çoktan geçti.
Hepimiz sabah erkenden, kalkıp işimize gücümüze gideceğiz
Sizlere son olarak bir anı, hepimizin anısı, öyküsü
Yaşamımızdan bir anımsamayla sözlerimi bağlamak istiyorum.

BİR KIŞ GÜNÜ EVİMİZDE
ANAMDAN DİNLEMİŞTİM

Çattım odunları birbirine
Sobayı yaktım
Alevlendi odunlar
Koydum çaydanlığı
Üstüne sobanın
Demleniyor çay
Pır..Pır..
Ses çıkararak
Alevler yükseliyor
Yanıyor odunlar
Şömine seyreder gibi
Seyrediyoruz sobayı
Belirli bir aydınlık
Mahmur bir sıcaklık
Güzel bir ses
Buharlı

Demli, bir mutluluk
Sarıyor gönülleri
Sobanın içinde
Bir büyüyor
Bir küçülüyor
Bir uzayıp
Bir kısalıyor alevler
Aynalar
Camlar
Ak alınlar ter içinde
Pilav kazanı kondu
Demliğin yanına
Hamuru yoğurdu
Yorgun gelinim
Büktüm düğmesini
Soba fırınının
Sürdüm tepsiyi içine
Çok geçmedi
Sardı ortalığı
Taze ekmek kokusu
Çay demlenmişti
Bulgur pilavı pişmişti
Peşinden ekmek
Çıktı fırından
Yayıldı yere
Sofra yaygısı
Serildi sofra
Yemek yendi
Başladı çay keyfi
Atıldı yılın yorgunluğu
Keyfi yerine geldi herkesin
Çok geçmedi çalındı kapı
Yeni çay bardakları kondu sofraya
Çay sefası dönüştü
Yarınlı sohbetlere
Kim nereye gidecek
Ne yapacak yarın
Bir bir konuşuldu
Güncellik değil
Günce
Ne basın
Ne televizyon
Bahseder bu hoş sohbetten
Ve yeğeni takılır dayısına
“Anamın malını
Ne zaman vereceksin dayı?”
Güler dayı
Çünkü yoktur ortada
Ne mirasyedi
Ne de mirascı
Şakadır, hoş sobettir
Bütün bunlar.
Kanatsız sözcükler
Bal sızar gibi
Akıyordu dudaklardan
Gülücükler uçuşuyordu
Cıvıl cıvıldı gönüller
Taze ekmek kokusu
Büyüsüne kapılmış gibiydi
Demli çayın.
Kelebekler gibiydi mutluluk
Takınmıştı ipeksi kanatlarını
Uçuşup, kayboluyordu açık pencereden
Gönüllerde çiçeklenmişti
Bütün çiçeksiz dallar
Bütün güzellikler gibi
Bu da dönüşmüştü
Kahkahaya, Sevgiye, Muhabbete
Çaylar yudumlanırken
Bağlar bozulmuştu
Şinevat’ta ezilmişti üzümler
Pekmezler kaynatılmış
Rakılar vurulmuştu
Devam ederken hoş sohbet
Gün dönüşmüştü akşama
Serilmişti yer yatakları
Uzanmıştı yorgun bedenler
Artık yapayalnızdı gece
Sadece uyku horultuları
Ve köpek havlamaları
Duyuluyordu.

TÜRKÜ BARDA İLK GECE

Şekip bey aldı mikrofonu eline
“Sayın misafirler
Sevgili arkadaşlar,
Türkü yürekli dostlar
Hoş geldiniz.
Bugün biz bu şehirde, elbirliği ile
Bir ilki gerçekleştirmiş olacağız.
Bugün tarihi bir gün
Bu tarihi imzayı birlikte atıyoruz.
İlk olarak sizlere bu iki sanatcı dostumu
Tanıtmak istiyorum.”
Tutar Topal delinin elinden
“İşte size Saz’ı, Gitar’ı, Tulum’u, Ney’i
Türküleri ve şiirleriyle şair dostum
Hüseyin Anadolu bizlerle”
Topal deli  saygılı ve mahzun bir duruşla
Sağ eli kalbinin üstünde, sol eli ve başıyla
Toplumu selamlar yavaşca oturur yerine.
İkinci olarak Şekip bey Sefil Mahmut’u tutar elinden
“Ve ikinci sanatcı dostumuz Sefil Mahmut.
Türkü baba, solistimiz bundan sonra haftanın
Üç günü, Perşembe, Cuma, Cumartesi akşamları
Bizlere neşeli, coşkulu, o yanık o içli sesiyle
Türküler okuyacak.
Sefil mahmut da arkadaşı gibi ayakta misafirleri selamlar
Yavaşca arakadaşının yanına oturur.
Şekip bey “Sahne sizin, size sanat hayatınızda başarılar.
Söz sizde arkadaşlar.”
Alkışlar… alkışlar…alkışlar

Herkes heycan içinde, salon tıklım tıklım dolu
İlk geceleri, ilk sınavları olmasına rağmen
İkisi de çok rahattır, Müzik ve Türkülerin
Ritmine, büyüsüne kapılır gittikçe açılırlar…

GUBET NERESİ?
Gurbet diyorum
Gurbet neresi?
Gurbet türküleri duyar ağlarım
Bir hüzün birikir gözlerimde
Yüreğime ince bir sızı akar
Gözle görülmez, elle tutulmaz
Bir coşku
Bir sevinç
Bir tutku
Gurbet diyorum
Gurbet neresi?
Tarif et deseler edemem
İsteksiz gidilen yolların son durağı mı?
Özlemlerin yürek kanatan pınarı mı?
Yoksa eşiğin ardı mı gurbet?
Git deseler gidemem
Dur deseler duramam
Duyguların alevlendiği
Acıların siteme dönüştüğü
Ulaşılması zor
Dönüşü olmayan
Bir coğrafya mı gurbet?
Ayla yıldız
Geceyle gündüz
İnsanla ses
Sesle suskunluk arasındaki
Mesafe mi gurbet?
Bulutun yağmura dönüşüp
Yer yüzüne yağışı mı?
Yağmur sonrası buğu mu?
Bir iz sürüş mü?
Yokluğun önüne katıp kovaladığı
Yoksulların yaşam koşulu mu gurbet?
Arıyla kovanın birleşmesi mi?
Toprağın suya
Gülün dikene hasreti mi gurbet?
Nuhun gemisindeki çığlık mı?
Karaya vurması mı balinaların?
Dağı delen gürzü mü Ferhat’ın?
Ayrılıkların kendisi mi?
Yolculuğun bitmeyeni mi?
Gönlün kendisi mi?
Yaşamın acımasızlığı mı gurbet?
Gubet diyorum
Gubet neresi?

Şekip bey verdiği sözü yerine getirmek için hemen ertesi gün
Eski Mecitözü caddesinde evine götürür bunları yerleştirir
Ve evin altındaki boş dükkanı verir burada sizin, ön cephe dükkanınız
Arkadaki büyük oda çalışmanız için çok uygun, şu yandaki küçük odayı
Size nasıl uygunsa, neye uygunsa öyle düzenlersiniz, hadi hayırlı olsun siz
İşinize bakın kirada nasıl olsa anlaşırız, hoşca kalın  görüşürüz.
Haa.. Bir sıkıntınız olursa beni nerede bulacağınızı biliyorsunuz.
Caddeye bakan vitrin camı tam istedikleri gibi bir duvardan bir duvaradır.
Buna çok sevinirler, hemen işe koyulup ellerindeki müzik aletlerini
Vitrine sırayla dizerler hem dizerler hem gelip geçene çocuksu bir heyecanla bakarlar
Yoldan geçenler meraklı gözlerle olup biteni izlerler, kimileri durup o dizili
Güzel, sazlara, gitarlara, adını duymadığı bu aletlere bakarlar kimileri de içeri
Girip fiatını, nasıl çalındığını sorarlar, onlar da açık olmadıklarını açılış izni alıp
Ondan sonra bir açılış günü belirleyip çevreye duyuracaklarını söylerler ve
Vitrine açılışla ilgili bir bildiri kâğıdı asarlar, kapıyı kilitleyip işlerine yeni
Başdan başlarlar, önce vitrindeki sazlara birer ad bulurlar fiyat belirlerler
Ve onu yazarlar, sonra arkadaki büyük odayı düzenlemeğe geçerler.
İşleri biraz toparlar eksiklerini belirler ve bir listeye yazarlar ve otururlar
“Öf be hem evimiz, hem dükkanımız, hem işimiz var. Bundan ötesi can
Sağlığı, bu kısa zamanda olan değişime ikisi de şaşırırlar, heyecanlıdırlar
Sıkıntılıdırlar, içinde bulunduğu koşullar onları hem sevindirir, hem korkutur.
Bir kaç gün sonra açış müsadesini alırlar ve açılış hazırlığını bitirirler ve açılış
Günü gelir çatar, açılışta kimler yok ki türkü gecelerine gelenler,
Tanımadıkları bir çok insan, kimle nasıl ilgileneceğini şaşırırlar, hele gelen sorular
Karşısında bir hayli bocalarlar ve o gün açlışta ellerinde ne varsa satılır
Şaşırır kalırlar, beklemedikleri bir ilgi, bir istek ısmarlanan sazlar,
kendilerinin bile adını bilmedikleri bir çok müzik aleti istenir,
ısmarlanır neyi nereden temin edeceklerini
Bilmezler, bilmedikleri, tanmadıkları istekleri kabul etmezler.
kalabalık dağıldıktan sonra dükkanın kapısını kapatıp arka odaya geçer bir
Durum değerlendirmesi yaparlar, neyi yapıp neyi yapmayacaklarına karar verirler.
“Dostum Sefil bu kadar ilgi bekliyor muydun? Bana açık düşüncelerini söyler misin?
Gazetecilerin, şık giyimli insanların, sanat severlerin velhasılı bütün insanların
Bu açılışta ve türkü gecelerinde gözleri hep üstümüzde, hele bir kişi vardı kiminle konuşsak
Kim soru sorsa hemen yanımızdaydı, aynı adam bizi dinlerken bile hep not alıyordu
Hatırlıyor musun.
Evet hatırlıyorum, Topalım, onun kim olduğu gün gibi açıkta, eğer yerine başkasını
Görevlendirmezlerse o bizi geldiğimiz günden beri izleyen en tanıdık yüz olacak.
Ona bazan çarşıya çıktığımda rastlıyorum.
muhakkak sivil polis. Ben de bu adam kim?
Neden hep karşımıza çıkıyor, diye düşünüyor ve sana belli etmemeye çalışıyordum.
Haklısın. Yarın bir gün kokusu çıkar, biz burada suç işlemiyoruz.
Herkesin okuduğu, Türkülerden biz de okuyoruz.
Eğer bu türküler yasaksa, biz bu Türküleri radyolarda, televizyonlarda niçin dinliyoruz?.
Eğer yasaksa, yasak olduğunu bildirsinler, sonra Türkünün yasağı olur mu? Türküyü
Yasaklayanlar, hayatı yasaklamıyor mu?
Türküler hayatın gerçeği değil mi?
Türkülere yasak koyanlar geçmişin, geleceğe yansımasını nasıl anlarlar, aklım almıyor.
Topal deli bize buralarda da dur durak yok dostum, öyle anlaşılıyor ki biz buradan da yolcuyuz.”
“Yapma canım ciğerim, kona göçe geldik buralara, buradanda mı sürülelim?
Gerçi sürülsek de Fark etmez. Tarihimiz sürgünlerle dolu, benim için hiç fark etmez. Yeter ki
Çoluk çocuğum yanımda olsunlar. Biliyorsun doğrudan, güzelden yana olanın başı beladan kurtulmaz.
Olsun olsun,  biz alışığız, o da öyle olsun der geçeriz, diyen dedelerimiz gibi  her şeyi kabullenemeyiz, sineye çekemeyiz.
Öyle bir davranış, bırak çocuklarımızı, gelecek kuşaklara, kendi kendimize bile          saygısızlıktır.
Sefilim güzel dostum, belki bu günkü konuşmalarımızı, çeşitli yönlere çekenler olacaktır.
Belki yarın bizi sorguya alabilirler, gölgesinden korkanlar bir düşün, ha gölgenden
Korkmuşsun ha düşünceden, oysa düşünmek insan olmaktır. Düşünmek yaşamaktır
Kimsenin insanlığına söz etmek istemiyorum amma o kadar
Sadece gösterişi, şekli insan olanlar var ki, üzülmemek elde değil.
Dur sana bir şiir okuyayım da bu hava dağılsın.

ÖNCE İNSAN OL
Dağlar vardır aşılmaz
Yollar vardır geçilmez
Ekin vardır biçilmez
Sular vardır içilmez
Herkes aynı yaratılışta
Benzer birbirine amma
Çağcıl
Çağ dışı bir anda seçilmez
Dağlar aşılır
Sular içilir
Ekin biçilir
Yollar geçilir
İnsanlar benzer birbirine
Yere bakan değilse
Hemen seçilir
Seçilir
Gülüm..
Değişimleri izle
Bilime sarıl
Mimar ol
Ressam ol
Mühendis ol
Doktor ol
Ol…….
Ol…….
Ol……..
Her şeyden önce
İnsan ol.
Kafanda yolculukların olsun
Güzel şeyler düşün
Güzellik üret
Yenilikten yana ol
Yaratıcılığın sürsün bir ömür
Güneşin doğuşunu, batışını
Ayakta karşıla
Gök kuşağını kovala
Yağmur sonrası buğuyu gör
Turna katarlarını izle
Demli muhabbetler dinle
Türkü söyle, dağlarda yankılansın
Uçurumları yok et
Sevdiğini korkmadan söyle
Nasıl baş kaldırmış ozan
Nasıl koşmuş peşinden sevdasının
Tutmuş umudun yakasından
Bırakmamış peşini tutkusunun
Tutku sevda olmalı
Sevdaysa yaşam
Aşkın adını koymalı
Koymalı insan…”
“Sağol dostum, Topalım ne güzel söz ettin
Sevda
Tutku
Aşk
Ve muhabbet
Bu kelimeleri ayrı ayrı düşündüğünde
Ve kavradığında,
Gönlün
Ömrün
Yaşamın
Zenginliğini düşündürüyor bana
Sen var ya sen, bitirici sözlerin ustasısın”
“Abartma Sefil. Bunları yarın düşünelim
Şimdi çok yorgunuz, ben gidip yatıyorum
Yarın görüşürüz, sana iyi geceler…”
“Sana da…”
Topalım, sana da…”
Ertesi gün kalkar  sabah kahvaltılarını yaparken, söze Topal deli başlar
“Sefilim ben yatarken biraz düşündüm, bundan sonra  saz ve tulum yapalım
Çünkü daha fazlasını yapamayız, zamanımız da kalmaz, bir de sahneye çıktığımızda
Herkesin her istediği parçayı söylemeyelim, biz kendi repertuvarımızın dışına çıkmayalım
Bir de yapacağımız işlerin her sabah listesini hazırlayalım ona göre çalışalım.”
“Tamam dostum Topalım sen nasıl istersen öyle olsun, ben tamamen sana katılıyorum.”
Biz buraya gelip giden insanların hiç birini iyi tanımıyoruz içlerinden samimi olanlarını
Tanımaya çalışalım.
Biliyorsun Topalım biz kısa zamanda, bu şehirde adından en çok sözü edilen insanlar
Olduk bu konu bizi şımartmasın, nerede nasıl oturup kalkacağımızı bilelim.
Hadi biz saz evine inelim,  inanıyorum ki bir çok insan açmamızı bekliyor.
Hemde bir çok insan bir kurs açmamızı istiyor, sen bu konuda ne düşünüyorsun.
Konuşa konuşa saz evini açarlar.
“Sefil sence bu kurs işi erken değil mi? Hemi bu kadar çok işi nasıl başarırız?
Bir düşünsene, her şey öyle söylendiği gibi kolay değil, nerede nasıl bir kurs olacak?
Öyle her iseyen kurs açabilir mi? Bunun müsaadesini almak lazım, bu konuyu sonra
Düşünürüz şimdi biz kaçanı kovalayalım. Önce şartlar oluşsun, şimdilik unutalım.
Halktan bir çok insan ziyaret ediyor oturup saz çalıyor söyleşiyoruz, yeni dostluklar
Yeni arkadaşlıklar ediniyoruz, biliyorsun bunlar az şey değil şimdi sen gelenlerle
Gidenlerle ilgilen. Ben artık yeni sazlar yapmaya başlayayım olur mu Sefil?”
“Olur olur Topalım hadi sana kolay gelsin.”
“Sana da kolay gelsin Sefilim sana da.”
Akşam olur sahne alırlar bu iki saf, saf olduğu kadar da doğal, içten Anadolu insanını
Çok severler. Ve bir organizatör, bu iki sanatçıyı duyup
İstanbul’dan kalkıp onları dinlemeye gelir, Anitta otelinde yerini ayırır.
Görevliye sorar “Bu şehirde eğlence yerleri yok mu?” deyince “Var beyim var, hemen ileride
Türkü bar var, amma Allah için çok güzel bir ikili çalıp söylüyorlar, bu günlerde herkes
Onlardan söz ediyor, sanarım sen de menmun olursun.”
“Bakalım,” der ve otelden Türkü bara gelir.
Vakit akşamın on’u gibidir.
Gördüklerine inanamaz salon tıklım tıklım dolu, sahnedeki ikili sanki kırk yıllık sahne
Ustası, çok güzel çok dolu bir program, “Allah Allah demek bu taşra kentinde bu kadar
Güzel bir ikili, hayret, gerçekten hayret, kim bunlar, eğitimleri ne?
Bu kadar dolu bir sunu, sunuş.. Ben bunca yıldır hiç bir zaman, böylesini görmedim
Tam benim istediğim gibi,  haklarında duyduklarım yalan değilmiş bu çok hoş demek ki,
Boşuna buraya gelmedik.”
Garsonu yanına çağırır “Bakar mısın, senin patronun kim? Rica etsem yanıma gelebilir mi?”
“Tamam efendim, emriniz olur,” Bu yabancının masa donatışı, siparişleri hiç oralıya benzemediği
İçin gözleri hep o yabancının üstündedir, biraz sonra patron Şekip bey gelip saygıyla misafiri
Selamlayarak oturmak için müsaade ister.
“Tabii buyurun efendim, oturun tanışalım,” diye aynı nezaketle, misafir ayağa kalkar, birlikte
El sıkışarak  karşı karşıya otururlar.
“Ben Şefik, bu işletmenin sahibiyim, hoş geldiniz.”
“Ben de İstanbul gazinocularından, Ağrılı Kemal.”
“Şeref verdiniz, menmun oldum efendim.”
“Ben de menmun oldum efendim, sizin gibi güzide insanları şehrimizde görmek
Gerçekten bizi çok menmun etti, bu ziyareti neye borçluyuz acaba Kemal bey?”
“Ben ülkemin her yanını çok seviyorum, amma buraya gelişimin nedeni
Sizin şu iki elamanın çok yetenekli olduğunu duydum, onları izlemek için
Ayaklarım gönlüm beni aldı buraya kadar getirdi. İyi ki de getirmiş. Bu taşra
Kentinde böyle bir güzellikle, böyle güzel sanatcılarla karşılaştığım için
Dünyanın en bahtiyar insanıyım, bundan emin olmanızı diliyorum ben çok
Sanatçı gördüm, dinledim, böylesine inan hiç rastlamadım, sizinle anlaşabilirsek
Buradaki bu dostluk yarınlaşacak, açıkcası ben bu ikiliyi sizden istiyorum.
Siz bu konuyu iyice düşünün ben onlarla da konuşacağım sakın gücenme.
Böylesi çok sesli güzellik buralarda sönüp gitmesin, buna senin de gönlün
Razı olmaz, çünkü bu değerleri sen yarattın, bu o kadar kolay bir şey değil.”
Şekip bey garsonları çağırır “Bakın bu masada ne eksikse getirin oğlum bakın buraya.”
“Sağ ol Şekip bey masada bir şey eksik değil eğer patronunuzun özel bir isteği varsa
başka onu getirin, şu andan sonra ben patronun misafiri değilim,
Amma patron benim misafirim.
Şimdi birazda bu tanışma faslından sonra, bu güzel ikiliyi izleyelim, onları izlemek
Bence bir ayrıcalık, bu insanlar o kadar doğal, o kadar içten, o kadar samimi ki
Sanki ben bu topraklarda yeni dünyaya geldim, türkülerde, şiirlerde söyleşilerde
Hareketlerde en ufak bir yapmacıklık yok, böylesi insanların, nesli tükenmek üzere
Şu sahne alanlardaki, Samimiyete bak. Seyirciyle bütünleşmişler.
Bu konumu sağlayan sahnedekiler,
Eğer onlar bu kadar samimi ve içten olmasalar, ne bu salon dolar,
Ne bu beraberlik oluşur bunu adınız gibi bilin Şefik bey.
Eğer sen razı olursan, ben bu ikiliyi alıp İstanbul’a götürmek istiyorum. çünkü benim
İstanbulda iki  Gazinom var, hemen yarın orada sahne alabilirler.
“Evet bu çok güzel bir teklif  de bu arkadaşlarımızın, burada bir de müzik aletleri yapıp
Sattıkları dükkanları var, artı bunların tüm çevresi burada yaşıyor, birinin ailesi
Köyünde. Bu arkadaşlarımız biraz da burada tedirgin, hemen hemen her hafta uyarı alıyorlar
Bundan ben de onlar da yorulduk. Onlar bu konuda ne diyecekler, yoksa biz üç aşağı beş
Yukarı anlaşırız.
Önce ben onlarla konuşayım, biz yarın sizinle otelde buluşuruz, bu konuyu enine boyuna
Konuşur bir karara varırız..   Şimdi beni çağırıryorlar bana şimdilik müsaade.”
“Tabii Şekip bey, siz buyurun işinize bakın, ben buradan ayrılmadan onlara bir merhaba
Demek isterim.”
“Elbette Kemal bey neden olmasın.
Teşekkür ederim.”
Akşam ki repertuvarını bitiren sanatçılar,  Kemal bey onları ayakta karşılar.
“Buyurun, biraz oturup konuşa bilir miyiz?”
“Tabii oturalım,” diye ikisi de onaylar ve Kemal beyin masasına otururlar. Hoş beşten sonra
Kemal bey “Konuyu bir kez de  ben size açayım, biraz önce, Şekip bey’le konuştuk ben sizleri
İstanbul’da benim kendi gazinomda  çalıştırmak istiyorum, sizler ne dersiniz? Biz
Şekip beyle nerdeyse hem fikir olduk.”
Topal deli “Eğer siz anlaştınızsa, bir de şartlar burdan
İyi ve güzelse neden olmasın. Sanırım siz daha bir kaç gün burdasınız, konuşur bir sonuca varırız.”

“Müsaade ederseniz beyim boğazımız kurudu birer yudum alalım, hadi şerefe, şerefe.”
Konuşmayı ertesi güne ertelerler, herkes dağılır yatmaya giderler.
“İyi geceler.”
“İyi geceler
Yarın buluşmak üzere…”
Yolda giderken Sefil söze başlar: “Biliyor musun Topal deli? Nereden bakarsak bakalım,
Köyden çıktığımızdan beri hemen hemen her şey bizim lehimize gelişti. Bana göre bu
Kemal beyin teklifi bize çok uygun.  Rahmetli dedem derdi ki “Boğulursan da büyük denizde
Boğul,” bu küçük şehirde böyle karşılandık, çok olumlu şeyler yaşadık, elbette orası daha
Büyük şehir. Oranın olanakları da farklıdır, dinleyicisi de farklıdır, ben buna inanıyorum.”
“Tamamda, öyle de gözüküyor. Benim için hava hoş, ben yalnız bir adamım, sen daha etraflıca
Düşünmelisin, yarın bu konuyu tekrar karşılıklı oturup konuşalım. Bir karara varırız.
Hakkımızda hayırlısı neyse o olsun, şimdi bu konuyu kapatıp güzel bir uyku çekelim.
Sabah ola hayır ola, iyi geceler.” “Sana da.”
Ertesi gün saat on gibi Şekip bey otele uğrar, Kemal beyi sorar. “Siz şöyle buyrun Şekip bey
Kemal bey şimdi iner.” Onlar konuşurken, “Aman efendim, Şekip bey siz burada mıydınız? Çok
Bekletmedim ya.” “Hayır efendim ben de daha yeni geldim. Sizi sorarken siz indiniz, hiç beklemedim.”
“Burada mı oturalım Şekip bey yoksa gidelim mi?”
“Bana kalısa Kemal bey gidelim, sizi sanatçılarımızın dükkanına götüreyim de siz onları biraz daha yakından tanıyın.”
“Tabii  buyrun gidelim dostum, bence düşünceniz çok makul, arkadaşlarımızı bir de kendi
Mekanlarında görelim, daha da yakından tanıma, anlama fırsatımız olur, onlarla konuşuruz.”
Otelden çıkar yanyana yürüyerek konuşa konuşa yürür giderler.
Biraz sonra saz evine varırlar, onların geldiğini gören, Sefil onları kapıda karşılar
“Buyrun efendim sizleri bu mekanda görmek ve sizleri burada ağırlamak bizim için bir şereftir.”
“Teşekkür ederim efendim, o sizin teveccühünüz. Biz de sizin gibi güzel sanatçıların mekanında Olmaktan çok mennunuz değil mi Şefik bey?”  “Öyle efendim, onlarla olmak bir ayrıcalıktır.”
“Aman efendim bizi mahçup ediyorsunuz, asıl biz teşekkür ederiz, hoş geldiniz.”
“Buyrun şöyle oturun,  biz burada yeniyiz inşallah hoş görürsünüz.
İçecek ne alırız, çay, kafe, ne arzu edersiniz.”
“Çay”
“Çay”
“Öyleyse dört çay söyleyip geliyorum, siz rahatınıza bakın.”
Biraz sonra çaylar gelir
Konu konuyu açar
Söz döner dolaşır tekrar İstanbul’a gitmemiz için konuşmalar başlar
Daha önce Sefil  bu konudaki kararı
Topal deliye bırakmıştı.
Topal deli de bazı konulardaki görüşlerini açıkladı.
Bu makul istekler yerine getirilirse kendilerinin bu teklife
Sıcak baktıklarını belirtip sözü, Şekip beye bıraktı.
Şekip bey Ben de bu teklife sıcak bakıyorum.
Benim de bazı isteklerim var. Eğer onlar yerine getirilirse
Niçin olmasın, istersen bu konuyu başbaşa konuşalım, Kemal bey.”
“Olur Şefik bey, sen nasıl istersen.
Dostlar bize müsaade. Ben biraz birlikte hem şehrimizi
Kemal beye tanıtayım hemi de bu konuları konuşalım
Biz sonra gene geliriz.
Şimdilik hoşca kalın. Ben sizin çalışmalarınızı hem yakından
İzlemek hem de, sizden çalışmalarınızla ilgili bilgi almak istiyorum.”
Onlar çıkar giderler.
“Gene bize yol göründü Topalım, hakkımızda hayırlısı neyse o olsun”
“Sefil hiç sıkma canını, belki de bizim için güzel ufuklar yeni açılıyor.
Benim hislerim öyle söyler gibi.” “İçimde bir coşku var.
Topalım biz gitmeden köye bir gitsek, evimi çocukları, bizim hanımı
Çok özledim.”
“Sen haklısın Sefil geleli epey zaman oldu, şu kararı bir netleştirelim.
Pazar günü gideriz.
Bir de benim aklıma, gelen inşallah başımıza gelmez.”
“Sen ne demek istiyorsun, daha açık konuşsana.”
“Bak arkadaşım eğer biz, göz hapsinde isek bizi şehir dışına çıkarmazlar.”
“Ne diyorsun sen öyle şey olur mu? Peki suçumuz ne?”
Onlar konuşurken iki sivil polis içeri girerler.
“İyi günler”
“İyi günler”
“Buyurun size nasıl yardımcı oluruz?
Şöyle buyurun oturun.”
“Sizleri ziyaretimizin amacı, bu şehri bizden izinsiz terkedemezsiniz.”
“Niçin beyler, siz kimsiniz?
Suçumuz ne?
Savcılık kararı, bir mahkeme kararı olmadan.”
“İşte size Savcılık Kararı.
Şurayı imzalayın.
İkinci bir emre kadar lütfen kentimizi terketmeyin.
İyi günler.”
Deyip çekip giderler.
Topalım senin bu sözleri ağzından mı aldılar
Şimdi bütün bunlar ne demek oluyor
Anlayana aşk olsun.”
“Benim saf kardeşim, daha anlamadın mı?
Seninle ben ekmeğimizin peşinde koşarken birileri de amirlerine yaranıp
Terfi etme peşinde, kimin umurunda senin dürüstlüğün, hem geçenlerde
Demiyor muydun, “Bu adam hep bizim peşimizde, ne istiyor bizden? İşte
Senden isteğinin ne olduğunu açıkladı, hem de Savcı’nın imzasıyla geldi.”
“Benim can kardeşim, sen hiç üzülme, sıkma canını bunlar da gelip geçecek.
Bizi neyle suçlayacaklar, ortada ne var? Hiç bir şey, bunların hepsi bir gözdağı.
Haddini bil çizmeyi aşma, bu gibi sorunlar, taşrada çok yaşanan şeyler.
Bu ve bunun gibi sorunları büyük şehirlerde yaşamazsın.
Çünkü küçük yerleşimlerde herkes birbirini gayet iyi tanır
Ve bunların içinden, bizim gibi düşünmeyenlerin, karşıtları
Uğraşacak fazla bir şey bulamadıkları, için durmadan kuyunu
Kazarlar, bu hep böyle gelmiş, böyle de gidiyor.
Amma bu böyle gitmemeli, değişen dünyada her şey değişiyor.
Biz de değişip yerimizi almalıyız Topalım.”
“Tabii almalıyız Sefil. Peki biz şimdi neyin kavgasını yapıyoruz?
Biz eskiyle yeninin, kavgasını verdiğimiz için birileri
Rahatsız. İşte bunlar bizi korkutursa, yıldırır sindirirse meydan
zaman onlara kalır. Onlar yıkıntı bülbüleri, rahat ötemedikleri
İçin  ondandır çığırtkanlıkları.
Sen hiç sıkma canını bunlar da gelip geçecek, biz, bu güne kadar
Neler yaşadık, neler gördük, diyceksin ki “Sen daha önce bunları
Yaşadın mı?” Hayır yaşamadım. Amma bütün boş zamanlarımda
Radyo, TV, haberlerini dinler ayrıca basını hep okur izlerim.
Bütün bunları aynen yaşamış gibi daha önceleri hissettim. Bugün bu gün
Bunları biliyorsam, metanetle karşılıyorsam, gayıptan haber almıyorum.
Üç aşağı beş yukarı, kimin ne yapacağını, kimin ne diyeceğini biliyorum.
Sana “Düşlerim masallarım”dan biraz okuyayım mı?”
“Elbette çok güzel olur, belki bu sitres’e  iyi gelir.”

DÜŞLERİM – MASALLARIM
Kızım
Yahut oğlum
Benim doğup büyüdüğüm köy
Bağlı olduğum şehir
Denizlere çok uzaktı
Yanındaydı dağların
Deniz gibiydi gökyüzü
Doğaysa cennetti
Yaşamsa o zamanlar
Daha kutsaldı
İnsanlar onurluydu
Gösterişsizdi
Ve daha sadeydi
Ben bütün bu güzelliklerden
Onlarca yıl uzak kaldım
Yaşamımın baharında
Göçerlik çaldı kapımı
Katıldım göç kervanına
Amma ben bütün
Bu güzelliklerin yaşandığı yerde
Başka şeyler de öğrendim
Korkuları
Kırılganlığı
Çekingenliği
Suskunluğu
Olgunluğu
Tepkisizliği de öğrendim.
Tam elli beş yıldır
Bunları madalya gibi yanımda taşıyorum
Bu yaşadığım ve örneklediğim yanlışlar
Ne bir kültürdü
Ne bir gelenekti
Düpe düz sindirilmenin
Bir parçasıydı
Oysa korkunun, ecele hiç bir faydası yoktu
Çünkü korkular aydınlatmazdı  dünyayı
İşte ben bu korkularla
Çıktım yola
Bu korkuların ne doğduğum Ülke’ye
Ne de yaşadığım memleketlere
Hiç bir faydası olmadı
Ne de doğru dürüst bir yaşam kurabildim.
Bu korkular her zaman kesti yolumu
Eğer bilerek veya bilmeyerek
Öğrettimse bu korkuları size
Unutun silin belleğinizden
Beni de bağışlayın
Bilirsiniz özür dilemek bir erdemdir.
Sizden özür diliyorum.
Kızım
Yahut oğlum
Dinleyeceklerinizi seçin
Daha çok okuyarak öğrenin
Dini de öğrenin
Daha çok toplumsal
Sosyal yanlarına bağlı kalın
Birleştirici kültürel yanlarını öğrenin
Herkesin de sizin gibi insan olduğunu unutmayın
Daha çok insanı sevin
Doğrulara bağlı kalın
Vicdanınızın ve yüreğinizin
Sesini dinleyerek verin
Verdiğiniz bütün kararları
Şunu unutmamanızı isterim
Doğrular bazan ayrıntıda gizlidir.
Geçen yıl  yıllık izinimi
Ülkemde geçirdim
Sanki o gökyüzü aynı gökyüzü değildi
irili ufaklı dereler
Koyaklar
Tepeler ve dağlar
Kendine benzemiyordu sanki
Her gördüğüm nesne
Her gördüğüm çehre
Beni yargılıyordu
Sanki ben kendime benzemiyordum
güzelim köy geleneksel yapısının bile gerisindeydi
Evler ören
Yollarsa patikaya dönüşmüştü
Ne iç mimaride, ne dış görünümde
Ne bir gelişme, ne bir silkinme vardı
Hiç bir artı değer yoktu ortada
Köyün ilkokulu bile kapanmıştı
Aşklar
Coşkular
Sevgiler
Muhabbetler
Hiç yaşanmamış gibiydi
Sanki sadece adı vardı bunların
Umutsuzluk akıyordu yaşlıların yüzünden
Mutsuzluk, göz yaşları vardı
Çocukların gözlerinde
Döndüğümde herkesi daha mutlu bulacağımı sanıyordum
Şimdi bin pişmanım, onları bırakıp gittiğime.
Paralılar
Mevki sahipleri
Eğer bir yere gideceklerse
Bir şeyler alacaklarsa
Ne sıraya girer
Ne kuyruk beklerler
Hep önüne geçerler birilerinin
Zamanını çalarlar
Yanlarından geçerken onları küçümserler
Onur adına onur kırarlar
Ve ne kadar çok acıdır ki
Ne bir hayır diyen çıkar içlerinden
Ne de bağıran
Herkes suspustur
Suçluya değil de, yere bakarlar
İşte ondandır yüreğimin kanayışı
Gökyüzü maviliğinin
Kayboluşu ondandır.
Seslerin bile rengi başkalaşmış
Yüzler solmuş
Kırılmıştı bütün aynalar
Kimin ne dediği duyuluyor
Ne de anlaşılıyordu.
Bu tablo bir hançer gibi
Yakıyordu gözlerimi
Gördüğüm her şey içimi kanatıyordu
Işığını yitirmişti gözlerim
Sanki yollar kayıptı
Her şeyi perdelemişti
Siyah bir duman.
Birdenbire yaşlanmıştım
Sanki her şeyi kabullenmiştim
Yenilgiyi
Acemiliği
Cahilliği
Geri kalmışlığı
Gereği kalmamıştı boş yere gururlanmanın
Yaraları gizlemenin
Sanki kapatılmıştım bir hücreye
Kendi vicdanımda tutukluydum.
Bu kadar kolay mıydı her şeyi kabullenmek?
Peki yok muydu benim ideallerim?
Tümüyle mi yitirmiştim direnme gücümü?
Ne yapmıştım elli beş yıl
Toplumum adına, kendi adıma?
Dilimi
Dudaklarımı
Yakıyordu sorular.
Ben de herkes gibi elimde olanla
Yetinmeyi öğrenmiştim.
Bozukları tamir etmiş
Yırtıkları yamamış
Eskileri yenilemeyi düşünmemiştim.
Yeni bir arayış hiç gelmemişti aklıma
Ne yönlerdirenim
Ne yol gösterenim
Ne de çevremde etkilenebileceğim
Birileri vardı.
Ben ya bunları birilerinin
Bir gün gelip düzelteceğini
Ve
Ağaçsız parklarda kuş bekledim
Çiçeksiz bahçelerde arı.
Akarsular öyle aktı ben baktım
Olanca yeşil de kurudu.
Hemi ormanı doğradım
Hemi yağmur bulutları aradım gökyüzünde.
Ellerimi havaya açarak yağmur duasına çıktım.
Ben her zaman bekledim
Ne bir çaba harcadım
Ne de emek verdim.
Ben şu küçücük dünyamda
Ne köyler, ne şehirler kurdum
Ve birileri benim o küçücük
Çocuk dünyama benden habersiz daldılar
“Ne terbiyeli çocuk
Ne uslu çocuk,” dediler
Ben gençken, “Ne olgun genç,” dediler
Ve ben şimdi yaşlandım
Şimdi de “Ne sakin insan,
Ne hoş görülü insan
Döv söv eline al.”
İşte görüyorsunuz
Terbiye
Hoş görü
Olgunluk derken
Ne hale gelmişim.
Ne yaralar açılmiş yüreğimde
Mümkün mü ur tutmuş yaraları kapatmak
Siz evet demeden düşünün.
Kendi kendinize düşündüklerinizi
Yüksek sesle sorun.
Biliyorsunuz en önemli an
Yaranın açıldığı andır.
Yanılgılar da yaralar insanı
Gelir geçer diye,
Geç kaldım diye ertelemeyin
Düzeltmeye başlayın bir yerlerinden
Gizlerin fındık kurdu gibi
İçinizi kemirmesine izin vermeyin
Gerektiğinde bağırın.
En azından rahatlarsınız
Yıkılmaz sandığınız o duvarlara
Duymaz sandığınız o kulaklara
Bağırın
yarayı açanları uyarın
Kapanmayacak yaraysa eğer
Açık kalsın
Kimse sizin hiç bir şeyin farkında
Olmadığınızı sanmasın.
Yürüyün üstüne
Kafanızın yatmadıklarını tartışın.
Kimseyi kıskanmayın
Ne de kimse sizi kıskansın
Daha güzel bir yaşam için
Birbirinizi kıskandırın
Arayışlarınız bitmesin
Diplomat tebesümüne kanmayın
Korkularınızı ve sorunlarınızı yenmek için okuyun
Okumadan düşünmenin
Düşünce üretmenin
Mümkün olmayacağını
Öğrenin ve herkese öğretin.”

Kemal beyle, Şekip bey gelmişlerdir.
Topal delinin okuduğunu görünce
Sessizce girip otururlar, söz bitince de alkışlarlar.
“Hüseyin Anadolu! Bu okuduğun harika bir eser. Biraz bahseder misin?”
“Elbette bu okuduğum
“Hayallerim- Düşlerim” adlı bir öykü şiirden..
Sizler çıkınca
İki sivil geldi, biz Emniyet’teniz
Şurayı imzalayın, sakın
Bizden izinsiz
Şehri de terk etmeyin, deyip gittiler.”
“Allah Allah verin bir bakayım şu kâğıtta ne yazıyor?”
Sefil kâğıdı uzatır
Kemal bey kâğıdı okur.
“Tarafımızdan araştırılmaktasınız
Bizden haber gelene kadar şehri terk etmeyin.
Sorularıma  doğru cevap verirseniz çok sevinirim.
Daha önce her hangi bir soruşturmanız oldu mu?”
“Hayır.”
“Her hangi bir  siyasi bir cezanız var mı?”
“Hayır.”
“Öyleyse hakınızda bir şikayet vardır.
Sizi veya Şekip beyi çekemeyen biri bir beyanda bulunmuştur
Onlar da araştırmak zorunda kalmış olabilirler.”
“Kim?”
“Niye
Bizi şikayet etsin ki
Kemal bey… Ne benim,
Ne de sanatçılarımın en ufak bir takıntısı yok ki.
Neyse biz bütün bunları geçici bir süre unutup
Alabalık yemeye Sağmaca’ya gidelim, yol üstü bizim aşcı
Veli’ yi alalım o bize güzel bir piknik sofrası hazırlasın.
Ha bir de Yadigâr öğretmeni’mi unutmayalım onun o hoş
Sohbetini de özledim. Hem de Kemal beyle tanıştıralım.
Yalnız bize bir engel çıkarmamaları için Savcılığa uğrayıp
Gittiğimiz yeri bildirelim, dönüşte de bu konuyu çözeriz.”
Şekip bey siz hiç üzülmeyin, bence hiç önemli bir konu değil.
Giderken, Savcı bey’e bir merhaba deriz, biz dönene kadar, bu konu çözülür.
Siz hazırlıklarınızı yapın gidelim nereye gideceksek.”
Hazırlıklar biter, yol üstü Savcı bey’e uğrarlar.
Kemal bey kendisini tanıtır, Savcı bey’e kartını bırakır.
“Savcı bey, biz Sağmacaya balık yemeye gidiyoruz, size
araba göderelim, mesai sonrası, sizi aldırtalım.”
“Niçin olmasın Şefik bey. Araba göndermenize gerek yok.
Ben oraları biliyorum, siz zahmet etmeyin ben gelirim.”
Ayrılırlar.
“Hiç hesapta olmayan Savcı da olacağına göre
Kasaba uğramalıyız Kemal bey,” “Siz bilirsiniz Şekip bey.”
Hazırlıklar biter. Sağmaca’ya varırlar.
Balıklar alınır, masalar hazırlanır, ızgara hazır mangal yakılır.
Balık tesisi ve etraf dolaşılır oranın tarihçesi anlatılır, sohbet
Sohbeti açar, konular derinleşir ve masaya otururlar, etrafa mangalın
Kokusu yayılır. Onlar gibi orada sekiz masa daha vardır. Gittikçe
Söz sohbet koyulaşır. Sazlar kılıfından çıkarken Savcı bey de gelir.
Hoş beşten sonra Sefil’in sesi yankılanır. Ağaçları kucaklar,
Tepelere çarpar, kuş sesleriyle doğayla bütünleşir.

“Allı turnam ne gezersin havada
Kanadım kırıldı kaldım yuvada
Ah gülüm gülüm, kırıldı belim
Tutmuyor elim,Turnalar hey.

Allı Turnam bizim el’e varırsan
Şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle
Eğer bizi sual eden olursa
Gözü yaşlı, boynu bükük, benzi soluk yar söyle

Ah gülüm gülüm, kırıldı belim
Tutmuyor elim, Turnalar hey.

Bu muhabbet uzadıça uzar, söz döner dolaşır, Niçin şehir dışına çıkmaları
Yasaklanır, bu soruyu sorması için Kemal bey’e bırakırlar. Kemal bey
Söze, önce  ona getirdiği selamla başlar.
“Sayın Savcı bey size, sayın  İstanbul vali’mizin selamını getirdim, size çok
Selamları var, sizi çok özlediğini söylüyor, sayın valim sizden iyi olmasın
Samimi, babacan, değerli bir insan, bizim de ara sıra, işten fırsat bulduğumuzda
Bir araya gelebiliyoruz.
Sağ olsunlar benim okul yıllarımdan en sevdiğim arkadaşımdır. Ben de onu
Gerçekten çok özledim, buraya gelmeden biraz önce aradı, konuştuk kulaklarını çınlattık.
Çok iyi dostmuşsunuz,Vali bey ikimizin de ortak dostu, Bu güzel dostluğun, beraberliğin
Tanışıklığın şerefine, hoş geldiniz.”

“Şimdi ben bu iki sanatçı dostumuzdan biraz bahsetmek istiyorum, ben sizleri daha önce izledim
Gerçekten çok sevdim, çok yetenekliler, bunlar burada, kısa bir zaman sonra unutulur, unutulmasa da
Bu günkü gördüğü ilgiyi görmeleri imkansız, burası küçücük bir yer bu halkın ne kadarı bu tür
Sanatsal etkinliklere alışık? Alışık olanlar da, hep aynı şeyleri duymaktan, dinlemekten
Kısa bir zaman sonra, kanıksar usanır, ara verir, işletmeci arkadaşımız, yeni müşteriler
Bulmakta zorlanır, duyduğuma göre Kemal bey siz bu arkadaşları götürmek için
Gelmişsiniz, buna çok sevindim, hem onlar adına, hem sizin adınıza.” “Aman sayın savcım siz
Bunları nereden biliyorsunuz?”
“Bakın Kemal bey, burası küçük bir yerleşim, şehrin bu başında bağır, o başındakiler duyarlar.
Ayrıca bugün size bu şehri  bizden izinsiz, terk etmeyin, diye gelenlerden de haberdarım.
Bu tebligatı niçin aldığınızı da size söyleyeyim mi?
Topal deli,  “Çok seviniriz sayın savcım, suçumuz ne?”
“Suçunuz oldukça çok ve ağır.”
Bu söz üzerine, herkes birbirine bakar.
Savcı bey ekler.
“Sen türbanla ilgili bir şiir okumuşsun, Hüseyin Anadolu.”
“Evet ben öyle bir şiir okudum amma suçlanacak, soruşturacak bir yanı yok Savcı bey!” “
“Sana göre öyle, amma burası küçük bir yerleşim olduğu için
Karşıt görüşlüler, hemen birbirini ihbar ederler, sizi de bu şiirden dolayı
Şikayet ettiler, amma ben işleme koymadım, amma size uyarı gönderdim.
Eğer yenilerini yazar ve okursanız, sizi sokak ortasında döverler, ben zaten bu konuyu
Şekip bey, Mahmut bey ve seni Hüseyin bey, çağırtıp konuşacaktım.
Sizi şimdiden kutluyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum.
Bildiğim kadarıyla Kemal bey size güzel bir ortam hazırlamış, başarılı olacağınızdan eminim
Kemal bey!”
“Size de hayırlı olsun, başarılar diliyorum.
Bir de son olarak şu şikayet unsuru şiir’i bir oku da, hep birlikte dinleyelim.

“Emrin olur sayın savcım, bir de bur da okuyalım da, suçumuz ikiye katlansın.”
Gülüşürler, kadeh kaldırırlar, bu arada, Topal deli Şiir’i bulur okumaya hazırdır.

İNANAMAZSIN
Bak da gör
Diyor bana
Duyularım
Duygularım
Sezilerim
Nasıl akar
Kor olur yakar
Nereye koşar
Kime nasıl bakar
eski kulağı kesik
Hem karşı çıkar
Hemi de her gün
Doğum günü kutlar
Soru soran gördü mü
Sakalını sıvazlar
Sofralarında bir kuş sütü eksik
Ah can!
Nerede o eski mertlikler
Yerinde yeller esiyor
Kör oğluyla birlikte
Geçip gitmiş
Bunun adı da özgürlük
Yeni yaşam
Evine girerler bilemezsin
Ve hatta
Gönlüne
Kalbine
Akarlar göremezsin
Onlar iki yüzlüdür
Anında onları çözemezsin
Bizim Türkümüzü söylerler
Bizim gibi, inanamazsın
Bizim şiirlerimizi okurlar
Bizim gibi, uyanamazsın
Anamın yemenisi
Şimdi Türban
Yarın burka
Öbür gün ne?
Sokaklarda
Sarıklılar
Sırıklılar
Bir bir yıkılırken
Cumhuriyetin kazanımları
Takılmış dişlisine çarkın
Üğütülürken
Ulusal kültür
Onlar suyu koymuşlar arka
Ekonomi cepte
Mühür elde Süleyman
Kör oğlu da yok ki
Kafa tutsun
Ayvazın sesi yankılanır
Çamlıbel’de
Kimseler duymaz
Bu gözler uyumaz
Ay bacayı dolanır
Kim çağdaş
Kim çağcıl
Kim yoldaş
Kim bağcıl
Kim sencil
Kim bencil
Kim öncül
Ara, araştır
Bul, bula bilirsen…”
Savcı  “Kemal bey!
Ne yazık ki
Biz Cumhuriyet savcılarına
Cumhriyetin savunucuları
Hakkında suç duyurusu yapabiliyorlar
Bizler hiç bir şey yapamıyoruz.
Ülkemizin bir çok ilinde, ilçesinde olaylar yaratıp
Komünistler, Aleviler,  dinsizler
Mesela burada, Çorum’da
Alaaddin Camii’ni yakıyorlar, diye yaygara yaptılar
Biliyorsunuz bu Cami o zaman daha inşaat halindeydi.
Vatandaşlarımızı birbirine düşürüp yüzlerce can almışlardır.
Bugüne kadar her İktidar, birbirinin yanlışını kapata, kapata geldiler.
Bir çok olayın seyircisi olduk, yüreğimiz burkula burkula cenazelere katıldık
Her yanlışın veya cinayetin peşinden, bu olayın suçluları muhakkak bulunup
Adalete teslim edilecektir, diye millet’e yalan Nutuklar çektik, oysa o cinayeti
İşleyenler, cenaze törenindeydi.
Ben sizi çok sıktım, moralinizi bozdum, ben sizin izin kâğıtlarınızı da hazırladım.
Onları size vereyim de, biraz daha Türkü dinleyelim, son olarak siz doğru bildiğinizi
Her yerde her zaman söyleyin, bizim yürekli savunuculara her zaman ihtiyacımız var.
Söz yerini müziğe bırakır, ikili konuşmalar, yemeler, içmeler, Konudan konuya geçmeler
Akşamın geç saatlerine kadar  sürer.
Kemal bey, “Sayın savcım, bu suç biraz  da bizim değil mi?
Bu işi yapanları halk bilmiyor mu?
Bunların görevi sadece cenaze törenlerine katılmak mı?
Niçin kabına çekilip, susuyor? Sıranın bir gün kendine geleceğini bilmiyor mu?
Biraz da bu cumhuriyet karşıtlarının, susarak işini bizler kolaylaştırmıyor muyuz?
Savcı bey       “Kemal bey siz haklısınız da, şöyle bir bakın vurulan Gazeteciler
Bilim adamları soruşturmasına, bir yere kadar sürüyor, ondan sonra tıkanıyor.
Bu da insanların gözünü korkutuyor. Tutuklanıp çıkanlar, insan öldürenler
Yani katiller, Kahraman gibi karşılanıyor. Türkiye seninle gurur duyuyor,
Sıloganlarıyla karşılanıyor, bu katillerin ve savunucularının hakkında bir işlem
Yapılabiliyor mu? Hayır, peki bunların birileri tarafından korunduğu açık değil’mi?
O da sizin sorununuz, sivil toplum örgütleri kurarak, Mücadeleyi daha geniş bir alana
Yayacak olan sizsiniz, bütün bildiklerinizi, yetkililere kişi olarak değil bir sivil toplum
Örğütü olarak niçin yazılı bir dilekçeyle, bildirmiyorsunuz, hiç bir şey için geç değildir.
Bu günden yarına ertelemek geç olabilir.
Artık kalkalım zaman bir hayli geç oldu.
Şekip bey “Tabii efendim, haklısınız, kalkalım, bu arkadaşlar bu köylü. Bugün yarın

Published inRandom Siirler